24 Mart 2008 Pazartesi

Keten Tohumunun Faydaları


10 bin yıldır gıda olarak da kullanılan keten bitkisi, etkili bir gençlik, sağlık ve güzellik kaynağı.
Keten tohumunda yok yok; Kolesterol düşürücü, felç, kanser, unutkanlık önleyici, bağırsak çalıştırıcı ve temizleyici etkisi bunlardan birkaçı. Uzmanlar, sıvı şeklinde, salataların üzerine serpiştirilerek veya günde bir çorba kaşığı şeklinde tüketmeyi öneriyor.

Keten tohumunun yararları :
Mide-bağırsak sorunlarına karşı iyi gelir
Bağırsakları yumuşatır, kabızlığa karşı iyi gelir
Kemikleri güçlendirir. Özellikle menopoz döneminde yararlı
Bağışıklık sistemini güçlendirir
Menopoza bağlı şikâyetleri hafifletir
Kalp-damar hastalıklarından korur
Kolesterol, şeker seviyesini dengeler
Yüksek tansiyonu düşürür
Romatizmal hastalıkları önler
Sinir sistemini güçlendirir
Hafızayı güçlendirir
Konsantrasyon bozukluğuna karşı iyi gelir
Yaşlanmaya bağlı dikkat dağınıklığına karşı iyi gelir
Haricen kullanılarak yaraların çabuk iyileşmesini sağlar
Egzama ve sedef hastalıklarında kullanılır
Nasırlarda kompres olarak kullanılır
Solunum yolu hastalıklarında olumlu etki yapar
Ruhsal bozukluklara karşı iyi gelir
Öksürüğü giderir
Ağız boşluğu, boğaz ve diş eti rahatsızlıklarında gargara olarak kullanılır
Lifleri sanayide, özellikle dokumacılıkta kullanılır

Keten tohumu ne içerir?
Omega-3, Omega-6 ve Omega-9 yağ asitleri
Yüksek oranda çözünür ve çözünmez lif
Protein
Lignanlar (kansere karşı maddeler)
Vitaminler
Mineraller
Aminoasitler

Keten tohumu nasıl tüketilir?
Kaynatılarak içilebilir.
Dövülerek, öğütülerek toz haline getirilebilir. Bir kaşık ağza atıldıktan sonra arkasından su içilebilir.
Kavrulmuş olarak tüketildiğinde daha lezzetli olur. Keten tohumunun çok özel bir tadı veya kokusu yoktur, ama kavrulunca güzel bir tada kavuşur.
Tohum şeklinde de tüketilebilir.
Yemeklere, yoğurda, salatalara, müsliye, pasta, börek gibi unlu mamullere karıştırılarak da tüketilebilir.
Günde 1-1.5 çorba kaşığı keten tohumu sağlıklı kalmak açısından yeterlidir. Dozunu kaçırmamakta yarar var.

Diş Çıkarma

Eğer bebekler konuşabilselerdi; dişlerini çıkartırken söyleyecekleri ilk şey “Anne diş etlerim çok acıyor” olacaktır. Tabii ki bunu söyleyemeyeceklerine göre anne-babaların bebeklerinin diş çıkarması sırasında onların ağzında gözüken bazı işaretlere dikkat etmeleri gerekecektir. Örneğin; tükürük akışında artış, huysuzluk, dişetlerinde kızarıklık/morluk, uykusuzluk ve iştahsızlık. Diş çıkarırken bebeklerdeki bu ilk işaretler 3-4 aylıkken görülmeye başlayabilir. Bebeklerde ilk süt dişleri genellikle 6.-16. aylar arasında sürerler.


Peki bebeğinizin diş çıkartırken rahat etmesi için neler yapmalısınız;
öncelikle diş çıkarırken yukarıda belirttiğim semptomları dikkatle izleyin ve çocuğunuza bu dönemde yüksek dozda Şefkat - Sevgi - İlgi vererek onun huzursuzluğunu azaltın.


Yumuşakça bebeğinizin dişetlerini temiz ve soğuk bir bezle masaj yaparak temizleyin.
Bebeğinize soğuk ve plastik olmayan bir kaşık verin.
Kaşığı bebeğinize çok soğuk (donmuş olarak) olarak vermeyin.
Bir süre buzdolabında kaşığı tutun ve serin bir şekilde bebeğinizin ağzında kızarıklık olan yerlerde dolaştırın.



Bebeğinizin diş kaşıyıcılarla oynamasına izin verin. Diş kaşıyıcının soğuk olması çocuğunuzu rahatlatacaktır. Bebeğinizi bu esnada yalnız bırakmayın. Burada dikkat edilmesi gereken; diş kaşıyıcıların donmuş bir halde bebeğinizin ağzına koyulmaması olacaktır. Donmuş diş kaşıyıcılar çocuğunuzun dudağına veya diline yapışabilir. Ayrıca diş kaşıyıcıların plastikten değil kauçuktan yapılanını tercih edin. Çünkü plastik diş kaşıyıcıların üzerindeki düzensiz yüzeyler (kopmuş parçalar veya keskin yüzeyler) bebeğinizin ağzını yaralayabilirler.


Tüm bunlara rağmen bebeğinizin sıkıntısı geçmiyorsa mutlaka diş hekiminiz veya pedodontistinize danışarak; ağrı kesici pomatları kullanabilirsiniz. Unutmayın ki bu pomatların düzensiz ve sıkça kullanımının bebeğinizin çeşitli organları ve özellikle karaciğeri üzerine olumsuz etkileri olabilir.


Bebeğimin yeni süren dişlerinin bakımını nasıl yapmalıyım?

Bebeğinizin dişleri ağızda gözükür gözükmez fırçalamaya başlamalısınız. Süt dişleri diş çürüklerine karşı çok dirençsizdirler. Bu sebepten dolayı süt dişleri kolayca çürüyebilir ki bu; çocuğunuzun daimi dişlerini de olumsuz yönde etkileyecektir.

Sabah ve akşam yatmadan önce bebeğinizin dişlerini yumuşak kıllı bir fırçayla ve sadece su ile fırçalayınız. 1,5-2 yaşından önce bebeğinizin ağız ve diş sağlığında yutma riskinden dolayı diş macunu kullanmayın. Bu yaşlardan sonra küçük bir nohut tanesi kadar fluoridli diş macunu kullanmaya başlayabilirsiniz.


Çocuğunuzun ilk pedodontist/diş hekimi ziyareti için uygun zaman ya ilk dişinin çıkmasından sonra ya da ilk doğum gününden hemen sonra olmalıdır. Bebeğiniz 16 aylık olmadan önce mutlaka sorun olsun olmasın bir pedodontiste (çocuk diş hekimi) götürmeniz; ileride oluşabilecek ağız ve diş sağlığı sorunlarının önlenmesi için çok önemlidir. Unutmayın ki rutin diş hekimi kontrolleri çocuğunuzun sağlıklı gülümsemesi için ilk basamaktır.

Kaynak: timurkarakas.com

18 Mart 2008 Salı

Domates prostat engeli


Erkeklerin korkulu rüyası prostat kanserine en etkili yiyeceğin domates olduğu açıklandı.

Domatesin, erkeklerde prostat kanserine karşı en etkili gıdalardan biri olduğu görüşü darbe aldı. ABD'de yapılan ve sonuçları, tıp dergisi ''Cancer Epidemiology, Biomarkers and Prevention''ın Mayıs sayısında yayımlanan araştırmaya göre anti-oksidan lycopene zengini domates, kanserin bu türüne karşı sanıldığı gibi etkili değil.
Araştırmacılardan, Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi'nden Dr. Ulrike Peters yaptığı yazılı açıklamada, elde ettikleri sonucun çok şaşırtıcı olduğunu ve önceki araştırmalarla çeliştiğini belirtti. Araştırma sırasında, prostat kanseri olmayan 55-74 yaşları arasındaki 28.243 erkeğin, 8 yıl boyunca beslenmeleri izlendi, düzenli taramaları ve kan tahlilleri yapıldı. Bu erkeklerin yıllar içerisinde prostat kanserine yakalananlarla yakalanmayanları arasında, kanlarında çeşitli dönemlerde ölçülen lycopene düzeyi açısından bir farklılık olmadığı gözlendi.

Tek taraflı çiğneme, dişlerde ve çenede kalıcı hasara yol açabiliyor


Rahatsızlık, çenenin bir tarafındaki dişlerin kaybedilmesi ve bu dişlerin protezle telafi edilmemesi, çürük veya problemli dişler ile hatalı yapılmış protezler sebebiyle hastanın yalnız bir tarafını kullanmayı alışkanlık haline getirmesiyle ortaya çıkıyor. İleri vakalarda hastalar sonunda ağızlarını hiç açamayarak, konuşma ve yemek yeme gibi önemli olan ihtiyaçlarını karşılamakta bile güçlük çekebiliyorlar. Sakarya Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi uzmanlarından diş hekimi Eda Yurtbay Hızır, çiğnemenin mutlaka çift tarafla eşit şekilde yapılması gerektiğini belirtti. Tek taraflı çiğneme kuvvetine maruz kalan çene kaslarında deformasyon oluştuğunu belirten Dr. Hızır, bunun da ağrının yanı sıra yüz ve ağız yapısında asimetriye sebep olduğunu ifade ederek şunları söyledi: "Çiğneme kuvvetinin tek taraftaki ekleme yüklenmesi sonucu çene ekleminde ağrı, çene kayması, açma kapama sırasında ses gelmesi ve çene hareketlerinin kısıtlanması hatta çene kemiğinin kafatasına kaynamasına varan ağır sonuçlara yol açabiliyor. Hastanın ağrılı tarafındaki çürük dişlerini bir an önce tedavi ettirmesi, diş eksikliğinden kaynaklanan tek taraflı çiğneme mevcut ise sayısı ve konumuna göre köprü veya bölümlü protezler ile eksikliklerin telafi edilmesi gerekmektedir. Hatalı yapılan protezler ve dolgular da yenilenmeli ve dengeli diş temasları sağlanmalıdır."

Dr. Eda Hızır, ön dişlerin estetik olarak arka dişlerin ise fonksiyon açısından daha önemli olduğunu söyleyen Hızır, "Sindirimin ağızda başladığı unutulmamalı ve besinlerin öğütülmesinde esas görev alan küçük azı ve azı dişlerinin eksikliği ihmal edilmeyip bir an önce tedavisi yapılmalıdır." dedi. Sağlıklı çiğneme nasıl olmalı? Sağlıklı çiğneme için çift taraflı eşit temaslı diş kapanışları, kişilerin sağ ve sol çene arkı olmak üzere her iki tarafını birden dengeli kullanması gerekiyor. Çiğnemeyi ilgilendiren çevre dokular olan dişler, çiğneme kasları ve çene kemiği ekleminin sağlığının korunabilmesi, ancak dengeli çiğneme ile sağlanabilir. Bu şekilde öğütme işlevi gerçekleşir.

Başarılı Bir Birliktelik İçin 7 Şart


İlişkinin uzun yıllar sürebilmesi için öncelikle sağlam bir temele dayanması ve belli başlı adımların atılması gerekiyor. İşte mutlu bir beraberlik için gereken yedi şart:


1. Kendinizi sevin
Kendinizi sevmezseniz, başkasının da sizi seveceğine inanmanız zorlaşır. Sağlıklı bir ilişki için kendine güvenmek çok önemli. Bu yüzden öncelikle tüm hata ve zayıflıklarınıza rağmen kendinizi olduğunuz gibi kabullenmeniz gerek.

2. Eşinizi sevin
Sağlıklı ilişkiler birbirini seven kişiler arasında yaşanabilir. Birbirinizden gerçekten hoşlanır, birlikte zaman geçirmekten keyif alır, birbirinizin davranışlarını ve fikirlerini paylaşır, benzer beklentilere sahip olursanız ilişkinizin uzun ömürlü olması kaçınılmaz.

3. Birbirinize zaman ayırın
Birşeye verdiğiniz değer, ona ayırdığınız zamanla ölçülür. Yeni tanıştıklarında önceliği ilişkilerine veren çiftler, zaman içinde iş, çocuklar ve günlük sorunlara odaklanarak birlikte daha az vakit geçirmeye başlar. Oysa birbirinize ayıracağınız zaman, ilişkinin ilk günkü gibi canlı kalmasını sağlar.

4. İletişim kurun
İyi bir iletişim sağlıklı ilişkinin temel şartlarından biridir. Kim olduğunuzu, ne istediğinizi, karşınızdakinden ne beklediğinizi ancak konuşarak anlatabilirsiniz. İç dünyanızı karşınızdakine açmanın tek yolu iletişim.

5. Tartışmaktan çekinmeyin
Tartışmaların ilişkinin doğal bir parçası olduğunu unutmayın. Çiftler arasında farklılık olması kaçınılmazdır. Sağlıklı bir şekilde tartışabilen çiftler, her zaman aynı fikirde olmasalar bile duygularını paylaşabildikleri için aralarındaki bağı güçlendirir.

6. Sık sık dokunun
Dokunmak insanoğlu için temel bir ihtiyaçtır. Karşınızdakine güven, destek, koruma, şefkat ve tabii ki heyecan verir. Fiziksel ilgiye olan ihtiyaç, cinsel yaşamın aktif olmadığı dönemlerde bile bitmez.

7. Değişimi kabul edin
İnsanlar değişebilir. İlişkileri bu değişimler ayakta tutar. Değişim, gelişmeye yol açabileceği gibi sancılı da olabilir. Ancak partnerinin geçirdiği değişime uyum sağlayan ya da birlikte değişebilen çiftler, başarılı bir ilişki sürdürebilir.


Zıt kutuplar artık çekmiyor
İkili ilişkilerde zıt kutupların birbirini çektiği tezi, tarihe karışıyor. ABD deki Iowa Üniversitesi nin Sosyal Psikoloji Birimi nin yaptığı bir araştırmaya göre zıt kutuplar ilk etapta birbirini çekiyor ancak bu ilişkiler ciddi boyutlara ulaşamadan sona eriyor. Aynı hayat görüşüne sahip olanların ilişkileri ise daha uzun sürüyor. Üstelik bu beraberlikler evlilikle sonuçlanıyor. Evli çiftler üzerinde araştırma yapan sosyologlar, kişilik benzerlikleri sayesinde eşlerin günlük sorunlarla daha kolay başa çıkabildiğini ve mutlu olabildiğini savunuyor.

17 Mart 2008 Pazartesi

Bitkisel Çaylar


Anadolu’da 50-60 kadar bitki çay olarak kullanılıyor. İşteAnadolulu'da yetişen bitkisel çayların özellikleri, taşıdıkları kimyasalmaddeler, çay olarak hazırlanmaları ve yararları...

Eskiden büyük şehirlerde, çay denilince, sadece çay bitkisinin (Thea sinensis) fermente olmuş yapraklarından hazırlanan koyu renkli, buruk veya acı lezzetli sıvı akla gelirdi.
Artık başka bitkilerden hazırlanan genellikle süzme torbalar içindeki çaylar da kullanılıyor ve bunlara "bitkisel çay" deniyor. Bu, son 10-15 yıldır ülkemizi de içine alan "Doğaya Dönüş, Yeşil Akım, Sağlıklı Yaşam" gibi kavramların yaygınlaşması sonucu ortaya çıktı.
Büyük şehirlerde sadece "kara çay*" içilirken Anadolu'da köylerde, kasabalarda ve küçük şehirlerde değişik yabani bitkiler çay olarak içiliyordu ve hala içiliyor. Köylüler çevrelerinde yetişen pek çok yabani bitkiyi çay olarak kullanıyor ve onlara dağ çayı, yayla çayı, adaçayı gibi değişik isimler veriyorlar.

ADAÇAYI: Güneybatı Anadolu'da ve özellikle Muğla çevresinde "adaçayı" (Salvia triloba) bitkisinin yapraklı dalları çay hazırlamada kullanılıyor. Bitkiye ve hazırlanan çaya adaçayı adı veriliyor. Adaçayı, Batı ve Güney Anadolu'daki kahvelerde bildiğimiz çayın yanında yaygın bir şekilde satılıyor. Müşteriye iki şekilde servis yapılıyor: Birinde çay gibi demlenip müşteriye böylece veriliyor. Ancak tadı biraz acı oluyor. Diğerinde ise, küçük bir dal çay bardağına konup üzerine kaynar su ilave ediliyor ve bu şekilde servis yapılıyor. Yerel halk buna "dallı" adını veriyor. Müşteri istediği renk ve koku ortaya çıkınca dalı çıkarıyor, ikinci şekilde hazırlanan adaçayının kokuşu daha hafif ve içimi daha hoş oluyor. Yaprakları yüzde üç civarında uçucu yağın yanında flavonoitler ve triterpenik yapıda maddeler taşıyor. Koku, taşıdığı uçucu yağda bulunan sineol adlı maddeden ileri geliyor. Soğuk algınlığında terletici, idrar artırıcı olarak da içilebiliyor. Yaprakları veya süzen torbayı hafif sarı renk ve koku saldığında çıkarmakta yarar var. Çünkü, fazla tutulursa acı maddeler de suya geçiyor ve içimi zorlaşıyor. Adaçayını dal halinde aktarlarda, süzen torbalarda büyük alışveriş merkezlerinde bulmak mümkün.
DAĞ (YAYLA) ÇAYI: Anadolu'da çay olarak en çok kullanılan bitki gruplarından biri de Sideritis türleri. Bu bitkiler Balıkesir çevresinden Kahramanmaraş'a kadar bütün kıyı şeridinde, İç Batı Anadolu eşiğinde, değişik mahalli isimler verilerek, çay olarak kullanılıyor. Sideritis türleri, ülkemizde yaygın olarak genellikle orman altında veya orman açıklıklarında yetişiyor. Bu türlerden S. congesta, yetiştiği yörede kullanıldığı gibi, Ankara ve İstanbul'da da aktarlarda satılıyor. Genellikle dağ çayı, yayla çayı olarak isimlendirilen bu bitkiden, çay şu şeklide hazırlanıyor:
Bir bardak su içine çiçekli küçük bir dal parçası konup bir süre bekleniyor, bardaktaki suyun rengi sarımsı olunca, dal parçası çıkarılıp içiliyor. Bu çay, tadı ve içimiyle son derece hafif olma özelliği taşıyor.
Anadolu'da çok sayıda Sideritis türü çay hazırlamak amacı ile kullanılıyor. Sideritis türierinde yapılan kimyasal çalışmalarda, diterpenoitier, flavonoitler ve az miktarda da uçucu yağ, iridoitler, triterpenik asitler bulunmuş. Bu bitki çayı, soğuk algınlığında ve idrar artırıcı olarak kullanılıyor.
KEKİK: Anadolu'da yetişen kekiklerin bir kısmı halk tarafından taze veya kurutulmuş halde çay olarak içiliyor. Halk değişik cinslere (Thymus, Origanum, Thymbra, Corydothymus, Satureja) ait çok sayıda bitkiye kekik adı veriyor. Bu bitkilerin en önemli ortak özelliği, kuvvetli veya hafif, karakteristik kekik kokusuna sahip olmaları. Kekik, kokusunu, taşıdığı uçucu yağda bulunan karvakrol ve timol adlı maddelerden alıyor, işte bunlar arasında en çok kullanılanları:
Zahter: Thymbra spicata' nin kurutulmuş yaprak ve çiçekleri, Güneydoğu Anadolu'da "zaterzahter" adı verilerek çay halinde evlerde ve kahvelerde içiliyor ve özellikle Urfa, Gaziantep ve Kahraman maraş çevresinde çay olarak içildiği gibi baharat olarak da yaygın bir şekilde kullanılıyor. Zahter yüzde 1-2 arasında uçucu yağ taşıyor. Bu uçucu yağın mühim bir kısmı karvakrol adı verilen bir madde. Bu madde suda da çözündüğü için, hazırlanan çayda da bulunuyor.
Mide ağrılarında, soğuk algınlığında, öksürükte kullanılması tavsiye ediliyor.
Taş, aş ve limon kekiği: Anadolu'da Origanum vulgare'nin değişik alt türleri bulunuyor. Bu bitkiler yetiştikleri bölgelerde çay olarak içilmelerinin yanında değişik rahatsızlıklara karşı halk ilacı olarak da kullanılıyor. Bunlardan birinin toprak üstü kısımları Isparta civarında Toros dağlarındaki köylerde çay olarak içiliyor. Bitkiye de yetiştiği toprak çeşidine ve kullanılışına bağlı olarak "taş kekiği" veya " aş kekiği " adı veriliyor.
Bir başka alt tür ise "güve otu" veya "güvey otu" adı ile çay gibi içiliyor. Anadolu'da köylüler genellikle çevrelerinde yetişen Thyrnus türlerini toplayarak çay olarak içiyorlar. Thymus türleri çoğunlukla karvakrol bulunan bir uçucu yağ taşıdığı için kuvvetli kekik kokusuna sahip. Orta ve Güney Anadolu'da yetişen Thymus spyIeus ise, taşıdığı limon kokulu uçucu yağdan dolayı diğer kekiklere benzemiyor ve "limon kekiği" adıyla Beyşehir civarındaki köylerde çay olarak içiliyor.

HALK İLACI ÇAYLAR: Anadolu'da çok sayıda Thymus ve Origanum türü yetişiyor. Thymus türlerinin önemli bir kısmı halk ilacı oiarak kullanılıyor. Origanum türle cinden ise, halk ilacı ve çay olarak kullanılanları da bulunuyor.
Alanya'nın Deretürbenas Yaylasi'nda, Origanum saccatum'un toprak üstü kısımları taze iken toplanıp çay olarak içiliyor. Bu bitkide de karvakrol taşıyan bir uçucu yağ bulunuyor. Origanum saccatum'a dış görünüş olarak çok benzeyen, O. spyIeum da Orta Anadolu'da, kurutulduktan sonra çay olarak içiliyor. Her ikisinden de içimi çok hoş çaylar yapılıyor.

Yabani nane: Batı Anadolu'da bazı yabani nane (Mentha) türleri de çay gibi içiliyor. Bunlardan en ünlüsü, Mentha pulegium. Bu bitkiye Batı Anadolu'da "filisgin-filiskin" adı veriliyor ve sulak yerlerde bol miktarda yetişiyor. Bitki az miktarda (yüzde 0.1-0.2) uçucu yağ taşıyor. Bu uçucu yağda yüksek oranda pulegon bulunuyor. Bu maddenin kokusu, tıbbi nanede bulunan mentolden daha hafif olduğu için filisginden hazırlanan çayların da kokuları daha hafif ve içimi kolay oluyor.
Nane Ruhu: Kokusu naneye benzeyen bir başka bitki de Ziziphora tauric. Bu bitki "nane ruhu" diye isimlendiriliyor ve Isparta, Denizli, Aydın civarında çay olarak içiliyor. Bu bitkinin uçucu yağı da pulegon bakımından zengin ve içimi hoş.
Güney Anadolu'da Stachys lavandulifolia bitkisinin toprak üstü kısımları "tüylü çay" adı altında kullanılıyor. Hafif kokusu, taşıdığı uçucu yağdan ileri geliyor.

Anadolu'da çay olarak kullanıldığını tespit ettiğimiz 50-60 kadar bitki bulunuyor. Anadolu'da yaptığınız gezilerde pazarlarda satılan otlara daha dikkatli bakmaniz ve yerel ürünler satan dükkanlara uğramanız bunlardan birkaçını bulmanıza yeter. Bu keşifleriniz, yeni bir damak zevkiyle birlikte misafirlerinizi değişik bir lezzetle tanıştırma keyfini de tattırır.

*Köylerde çay kelimesi genel anlamı ile kullanılır. Thea sinensis'ten elde edilen caya "kara çay" denir, diğerlerine de özelliklerine göre değişik isimler verilir.

Prof. Dr. Ekrem SEZİK

7 Mart 2008 Cuma

'Hadi'leyen anneler, unutkan erkekler


Büyüklerin tüm davranışlarında, çocukluk yıllarının izlerine rastlamak mümkün. Bugünün işini yarına bırakan erkeklerin geçmişinde de, "Hadi"leyen anneler var. Çocuklara çok sık "hadi" dendiğinde ileride ya telaşlı, her an bir şeyi kaçıracakmış gibi koşturan aceleci yetişkinler, ya da bugünün işini yarına bırakan "unutkan büyükler" haline geliyorlar.

Tembellik ya da sorumsuzluk diye adlandırılan birçok davranışın arkasında "hadi"leyen anneler var. Açık açık "yapmak istemiyorum" diyemeyen çocuk, uyumlu gibi görünüp gerekeni unutarak, erteler veya tam tersini yapar. Bütün bu unutmalara da "Pasif direniş" deniyor.

Bu düşünceler 30 yılı aşkın meslek hayatı olan çocuk ve yetişkin uzman psikoloğu Fatma Torun Reid’in "Unutkan Erkekler, Hadileyen Anneler" kitabından. Reid’in ikincisi baskısı da biten kitabında hadileyen annelerin ortak yönleri, "sabırsız, mükemmeliyetçi ve titiz" olmaları.

"Hadi"leme ilk olarak çocuğun yemek düzeninde başlıyor. Anne "hadi"ledikçe çocuk ağzında yemeği tutuyor, yemiyor. Sofra savaş alanına dönüşüyor, çarpık ilgi mekanizması başlıyor. Çünkü, yemek ve doyurma konusunda hassas toplumuz. Bunun da nedenleri var. Geleneksel ailelerde "bir çocuğa bakamadı" baskısı nedeniyle ya da annenin bir an önce bitsin sabırsızlığı, etrafa bir şey dökülmesin titizliği buna neden oluyor.

"Hadi"leme çocuk okula başlayınca da sürüyor. "Hadi uyan, hadi ders çalış" şeklindeki itekleme geliyor. Ergenlikte ise "üstünü başını topla, yerlere atma, masana otur dersini çalış" hadilemesi geliyor.
Bu üniversite bitirene kadar sürüyor.

’Hadi’leyerek büyüyen çocuğu bu kez eşi ’hadi’liyor

Uzman Psikolog Fatma Torun Reid
Bugünün yetişkinin kişilik yapısında geçmişin izleri, deneyimleri, anne babanın yaklaşımı etkin. Biz, "hadi" sözcüğünü çok kullanan bir toplumuz. Özellikle anneler çok kullanıyor. Telaşlı ve mükemmeliyetçi annelerin kullandığı bir sözcük "hadi",

Herhalde bu sözcüğü kullanmayan yoktur. Hadileme, küçük çocuğun dünyasında ve daha sonraki delikanlılık ve genç kızlık döneminde görülüyor, pasif bir direnişi besliyor.
Hadilemenin tipik örneği unutmak. Her unutan mutlaka pasif direnişte değil, ama pasif direnişe tipik bir örnek de unutmak.

Hadileyerek büyüyen yetişkini ve özellikle erkeği bu kez eşi "hadi"liyor. Her şeyi hatırlatan eş, kocasını unutkan erkek yapıyor. Akşam eve dönerken kuru temizleyiciden bir şeyin alınmasını unutan erkeğin arkasında "hadi"leme var. Hatta tekrar tekrar hatırlatılan durumlarda daha çok unutma oluyor. Çocuk da ev ödevini, paltosunu, kazağını unutuyor okulda. Anne de, çocuğu öğretmene mahcup olmasın veya kırık not almasın diye sürekli hatırlatıyor. Bir süre sonra da çocuk unutmaya dönük direniş ve alışkanlık geliştiriyor. Çünkü, nasıl olsa birisi ona hatırlatacak.

Toplumumuzda çocuğun yetişmesinde daha çok anneler ön planda. O nedenle "hadi"leyen anneler var diyoruz.

Biz telaş toplumuyuz. Bir an önce işler bitsin istiyoruz. Kişilikte mükemmeliyetçilik varsa karşı tarafın hata yapmasına tahammül edemez, onu düzeltmek ister. Ama büyüklerinin bu hızına çocuklar yetişemez, tempoları farklı olabilir.
Bazen annelerin yapacak çok işi oluyor. Çocuğu okula gönderirken işine yetişmesi ya da evini temizleyip, yemek hazırlaması, bebeğine bakması gerekebiliyor. Eğer ortam sakin değilse, evde üç çocuk varsa biri giydirilip, diğerleri yedirilecekse o zaman da haliyle bu anne "hadi"liyor. Çoğunlukla ev işine dönük titizliklerin getirdiği durumlarda da "hadi"leme oluyor. Çocuklar ayak altından çekilip okullarına gitsin, evdeki işlerini yapsın isteyen geleneksel tipteki anne de "hadi"liyor.

ANNELERE ÖNERİ
Hadi sözcüğünü azaltın.
Hadi sözcüğü karşı koymayı, "yapma" sözcüğü direniş kadar hareketliliği getirir. Çocuğunuza "yapma" demek yerine ne yapabileceğini söyleyin.
Açıklamalarınızı kısa ve sakin biçimde yapın. Israr ve ikna gayretiniz uzarsa, çocuğunuz karşı koyma, ilgi çekme ve size hükmetme yollarını öğrenir.
Bırakın arada bir çocuğunuz, hırkasını giymediği için üşümeyi, yemeğini yemediği için acıkmayı, okula geç kalırsa sorun çıkabileceğini fark etsin. Sorumluluk ancak sebep-sonuç ilişkisini görme fırsatı olursa gelişir. Sebepsiz yere kurtarıcı olmayın.
Bırakın bazı şeyler eksik olsun. Unutmayın ki, huzurlu ortam, mükemmel ortamdan daha sağlıklı olur.

EŞLERE ÖNERİLER
Evde herkesin nefes aldığı bir alan olsun. Özgürce, gönlünce kullanabileceği bir oda, bir köşe. Unutmayın ki, o ev ikinize ait.
Karşı tarafa seçme hakkı, reddetme özgürlüğü tanıyın. "Hayır" da meşru bir cevap olabilir.
Sürekli yapılması gerekeni hatırlatma yerine, yapılmış olanları görün. Eleştiride değil, takdirde cömert olun.
Zevkler ortak olmayabilir. Israrcı olmayın. Her şeyi birlikte yapmak zorunda değilsiniz.
Sürekli talep eden veya talep bekleyen biri olmayın.
Eşinizin hatırlatmasını beklemeden, size düşeni yapın. Unutmayın, evlilik ortak bir paylaşımdır.
Huzurlu bir ortam, mükemmel bir ortamdan daha sağlıklıdır.

Nuran Çakmakçı

Çocuklar da yorgun düşebilir


Çocukların bitip tükenmez enerjisi çoğu zaman büyükleri şaşırtır. Ancak çocuklar da zaman zaman yorulabilir. Eğer çocuk uzun süreli yorgunluktan bahsediyorsa mutlaka bir doktora başvurmak gerekiyor. Anadolu Sağlık Merkezi Pediatri ve Pediatrik Endokrinoloji Uzmanı Dr. Neslihan Güngör, çocuklarda yorgunluğun nedenleri ve yorgunluğu önleme yollarını anlattı.

Çocuklarda yorgunluk hangi hastalıkların belirtisi olabilir?

Çocuklar aktivite, oyun, okul nedeniyle yorulabilirler ancak genellikle normal bir dinlenme ve uyku düzeni ile yorgunlukları kısa sürede geçer. Dolayısıyla, bir çocuk sürekli yorgunluktan yakınıyorsa bunun nedeninin araştırılması gerekir.

Hangi nedenler sıklıkla karşınıza çıkıyor?

Çeşitli fiziksel rahatsızlıklar çocukta yorgunluğa yol açabilir; Herhangi bir akut enfeksiyon (yeni gelişmiş mikrobik hastalık): Özellikle boğaz ve üst solunum yolu enfeksiyonları, kulak iltihaplanması, alt solunum yolu enfeksiyonu (zatürree gibi), ishal ve kusma ile giden rahatsızlıklar ve diş apsesi. Tekrarlayan bademcik enfeksiyonları, geniz etlerinde büyüme. Bu durum özellikle uyku bozukluklarına (uykuda solunum durması - uyku apnesi) yol açıyorsa yorgunluğa neden olur.

Enfeksiyoz mononukleosis (etken virüs tükürükle de bulaşabildiği için öpücük hastalığı adıyla da bilinir): Yüksek ateşle seyreden bir viral hastalıktır. Belirtileri arasında; yüksek ateş, boğaz ağrısı, yorgunluk, enerji kaybı, iştahta azalma, kilo kaybı, lenf bezlerinde şişme, hassasiyet, baş ağrıları, kas ağrıları, bazen cilt döküntüsü ve dalakta büyüme sayılabilir. Tüberküloz (verem) gibi ciddi enfeksiyonlar. Kronik böbrek hastalığı, kanser ve lösemi gibi ciddi rahatsızlıklar. Şeker hastalığı. Nedeni açıklanamayan ve uzun süren yorgunluk, bazen çocukta şeker hastalığının ilk belirtileri arasında olur. Tiroid bezinin az çalışması (hipotiroidi) gibi bazı hormonal hastalıklar.Alerjiler (ciddi boytutta ise).Özellikle demir eksikliği gibi kansızlığa yol açabilen parazitler yorgunluğa yol açabilir.

Az aktiviteli bir düzen, TV seyretmek, sürekli bilgisayar karşısında oturmak çocukta yorgunluğa davetiye çıkarır mı?

Evet, çıkarabilir. Çünkü yaşam tarzı fazla hareket içermeyen çocuklarda giderek fiziksel aktivite alışkanlığında ve kapasitesinde azalma olur. Ayrıca fazla televizyon izlemenin abur cubur yemeyle de ilişkisi gösterilmiştir. Dolayısıyla aldığı enerjiyi yeterince kullanamayan çocukta kilo almaya bir meyil olur ve uzun vadede bu da yorgunluğa davetiye çıkarabilir. Beslenme ne kadar önemlidir? Kan şekerinin düzenli bir aralıkta tutulması, vücut işlevleri için gereken enerjinin düzenli olarak temini açısından beslenmenin çok önemli yeri vardır.

Spor yapan çocuk daha az mı, yoksa daha çok mu yorulur?

Spor yapan çocuk daha az yorulur. Giderek hareket kapasitesini artıran, kondisyonu iyi olan çocuk kısa süreli bir aktiviteyle yorulmamaya başlar.

Yorgunluk okul performansına nasıl yansır?

Yorgunluk okul performansını olumsuz etkiler. Yorgun çocuk derslere ilgisiz olur, konsantrasyon bozukluğu sorunu yaşar, öğretmen ve arkadaşlarıyla iletişimi sağlıksız olur. Çocuğunuzu yorgunluktan korumak için; Günlük yaşamın düzenli olması çok önemlidir. Okul, ders çalışma, uyku, oyun saatlerini belirleyin. Çocuğunuzun uyku saatlerinin düzenli olmasına dikkat edin. Bir çocuk en az 10 saat uyumalı. Akşam yatış saatlerini bu süreye uygun olarak ayarlayın.Çocuğun odasında televizyon veya bilgisayar varsa bu uyku hijyenini bozar. Sağlıklı bir uyku için kesinlikle çocuğun odasında bilgisayar ve televizyon bulundurmayın.Her sabah aynı saatte uyanmasını sağlayın.Yemek vakitlerinin düzenli olmasını sağlayın. Mönülerini sağlıklı seçimlerden oluşturun.Uyku öncesi ağır yemekler yedirmeyin.Özellikle ergen yaştaki çocukların, uykuya olumsuz etkileri olan çay, kahve, kakao gibi içecekleri içmesinin önüne geçin.Uyku öncesi rahatlaması için zaman ayırın, banyo yaptırın, beraber kitap okuyun ya da sevdiği bir müziği dinletin.Günlük yaşamında fiziksel aktiviteler konusunda çocuğunuzu teşvik edin.
http://www.milliyet.com.tr/

5 Mart 2008 Çarşamba

Doğru Beslenmede Dikkat Edilecekler

1- Uzun ve sağlıklı yaşamanın sırrı az yemektir!
Günlük alınan kalori, kişinin yaşına ve cinsiyetine göre 1500- 2500 kalorinin üzerinde olmamalıdır. Yemeklerde küçük porsiyonları tercih etmeli ve küçük tabaklar kullanmalıyız. Açlığı bastırmak için kalorisi ve yağ içeriği düşük sebze ve salatayı daha çok kullanmalıyız. Aşırı yemek, kilo alımına, yani vücut yağ dokusunun artışına sebep olur. Artan yağ dokusu bir ağırlık olarak eklemlere büyük zarar verir. Şişmanlık, şeker, yüksek tansiyon, kalp damar hastalıkları, kolesterol yüksekliği ve kanser gibi ölümcül hastalıklara zemin hazırlar.

2-Ana besin maddelerini doğru oranlarda tüketin!
Sağlıklı beslenmede günlük alınan kalorilerin %55-60'nı karbonhidratlar, %20-30'nu yağlar, %13-20'sini proteinler oluşturmalıdır. Oranların bozulması zamanla sağlığımızı negatif yönde etkiler. Yalnızca bir grup besin maddesini ağırlıklı olarak kullanan diyetler (Atkins vb.) zararlıdır. Günlük enerji kaynağımız olan karbonhidratların az alınması durumunda gerekli enerji yağ ve proteinden elde edilir. Bunlardan bilhassa proteinlerin metabolizma artıkları vücutta zehir etkisi yapar. Yağların aşırı alınması yüksek kalori değerlerinden dolayı şişmanlamamıza neden olur.

3-Yavaş yiyin, çok çiğneyin!
Sindirim ağızda başlar. Yiyecek maddeleri iyice çiğnenmeli ve tükürük içine iyice karışmalıdır. Tükürüğün içindeki AMİLAZ enzimi nişastaların ön sindirimi için gereklidir. Etler ufak parçalara ayrılmadıkça midenin işi zorlaşır. Yemeye başladıktan sonra 15-20 dakika geçmeden doyma merkezi uyarılmaz. Bundan dolayı yavaş yemek yememiz oldukça önemlidir.

4-Mutlaka kahvaltı yapın!
Kahvaltısız bir beslenme çok yanlıştır. En fazla kaloriye, en hareketli olduğumuz öğleden önce ihtiyaç duyarız. Sağlıklı bir beslenmede en çok kalori kahvaltıda alınmalıdır. Öğlen yemeği orta, akşam yemeği hafif olmalıdır. Güne istekli ve bol enerjiyle başlamak için iyi bir kahvaltı yapmamız şarttır. Ancak ne yazık ki günümüzde çoğumuz vakit bulup kahvaltı yapamıyoruz veya geçiştiriyoruz. Sağlıklı bir uyku için midenin boş olması ve tüm sindirim işleminin bitmiş olması gerekir. Bundan dolayı yatmadan en az 3- 4 saat evvel yemeğe son verilmelidir.

5-Üç öğün yemek yiyin ve bol miktarda su için!

6-Yemekleri doğru ve az pişirin!
Yemekler kısık ateşte, yavaş ve az pişirilmelidir. Bir yiyecek maddesi ne kadar hızlı ve çok pişirilirse içindeki değerli maddeleri de o derecede kaybeder. Çok yüksek ısıda kızartma, alevde ızgara, yiyecek maddelerini kanser yapıcı maddelere dönüştürür. Bilhassa sebzeler az pişirildiklerinde vitamin kayıpları da az olur. En iyi pişirilme şekilleri buharlı tencerede yavaş, fırında veya az yağlı tavada kısık ateşte pişirmektir.
Hayvansal yağlarda kızartmak ve kavurmak oldukça zararlıdır. Bu şekilde pişirilip yenen yiyecek maddeleri sindirim sisteminde serbest radikallerin aşırı derecede çoğalmasına neden olur. Serbest radikaller kalp damar hastalıkları ve kanser gibi öldürücü birçok hastalığın sebebi olarak gösterilmektedir.

7-Çiğ yenen yiyecekleri çok tüketin!
Her gün mutlaka üç öğün salata ve iki öğün meyve yiyin. Pişen yemeklerde vitamin ve mineraller değerinin büyük bir kısmını kaybeder. Bundan dolayı her yemekte mevsimine göre çeşitli salatalar tüketilmeli, her gün en az yarım kilo meyve yenmelidir. Çiğ ve az pişmiş sebzeler asla ihmal edilmemelidir. Bunların hormonsuz ve katkı maddeleriyle yetiştirilmemiş olanları tercih edilmelidir.

8-Taze ve doğal yiyecekleri tüketin!
Hazır, konserve, rafine, salamura, tütsülenmiş yiyecekler, turşu, sakatattan uzak durun. Yiyecek maddeleri buzdolabınızda günlerce beklemesin, onları taze tüketin. Kimyasal katkılar, mide ve bağırsaklarda hastalıklara neden olabileceği gibi kalın bağırsak kanserinin de sebebi olarak gösterilmektedir.

9-Şeker ve şekere dönüşen maddelerden kaçının!
Şeker, şeker içeren yiyecek maddeleri, şekere çok çabuk dönüşen beyaz ekmek, makarna, beyaz pirinç, unlu gıdalar, mısır ve aşırı patatesten uzak durun.

10-Değişime uğramamış tahıl ürünlerini tüketin!
Ekmek ve makarna tam buğday unundan, yani kabuğu alınmamış doğal buğdayın öğütülmesiyle elde edilen undan yapılmalıdır. Pilav, kabuğu alınmamış doğal pirinçten yapılmalıdır. Unlu ürünler de aynı şekilde hiçbir değişime uğramamış doğal buğday unundan üretilmelidir. Protein, vitamin, mineral ve posa tahılların kabuğundadır. Bu maddelerin sağlıklı beslenmede çok büyük önemi vardır.

11-Bitkisel sıvı yağlardan şaşmayın!
Tereyağı, sade yağ, iç yağları ve yağlı peynirlerdeki hayvansal yağlar çok yüksek oranda kolesterol içerdiklerinden dolayı kalp damar hastalıklarına neden olurlar. Bu nedenle, bitkisel sıvı yağlar tercih edilmelidir. Çünkü bitkisel yağlar kolesterol içermezler. Günlük yağ ihtiyacımız kilogram başına 1 gramdır. Bu miktar aşılmamalıdır.
Genetik olarak kalp damar hastalıklarına yatkınlığı olanlar ve bu hastalıkları olanlar asla hayvansal yağları ve de margarinleri tüketmemelidirler.

12-Balığı sofradan eksik etmeyin!
Balık en değerli hayvansal protein kaynağı olduğu gibi, aynı zamanda OMEGA- 3 yağ asidi, mineral ve vitamin deposudur. Damar ve kalp sağlığı açısından bu yağ asidi çok önemlidir. Bundan dolayı balığı en çok tüketen Eskimolarda ve Akdeniz ülkelerinde kalp damar hastalıkları çok az görülmektedir. Haftada 2-3 defa balık yenmelidir.
Kırmızı et tüketimi azaltılmalı ve yağlarından arındırılmalıdır. Balıktan sonra ikinci tercih tavuk ve hindi eti olmalıdır.

13-Bitkisel protein kaynaklarını unutmayın!
Sağlıklı beslenen kişi, günlük protein ihtiyacının yarısını balık, tavuk, et, yumurta, peynir gibi hayvansal gıdalardan, yarısını ise baklagillerden ve kabuklu yemişlerden almalıdır. Haftada en az 3-4 defa kuru fasulye, nohut, mercimek, bezelye, soya fasulyesi gibi zengin bitkisel protein kaynakları tüketilmelidir. Bu yiyecekler hem bitkisel protein hem de karbonhidrat açısından zengin yiyeceklerdir, içerdikleri yüksek lif nedeniyle bağırsakları çalıştırarak kabızlığa engel oldukları gibi bağırsak kanserinden de korurlar.
Fındık, ceviz, badem ve fıstık gibi kabuklu yemişler hem protein hem de yağ açısından zengindirler. Bu yağlar bol miktarda OMEGA-3 yağ asitlerini içerirler. Bu yağ asitleri kalp damar sağlığı açısından çok önemlidir.

14-Sofranızdan tuzluğu kaldırın!
Günlük aldığımız yiyecek maddelerinin içindeki tuz, ihtiyacımızın 2/3 sini karşılar. Bizim ilave ettiğimiz tuz 2 gramı geçmemelidir.
Fast-food ürünlerde aşırı miktarda tuz bulunur.
Şarküteri ürünleri, konserveler, turşu, peynir gibi yiyecek maddeleri aşırı tuz içermektedir.
Yemeğin tadına bakmadan tuzluğa saldırmak yanlıştır.
Aşırı tuz vücutta su tutar.
Yüksek tansiyon, kalp yetmezliği, karaciğer, akciğer ve böbrek hastalıklarında tuz, bu hastalıkları ölüme neden olabilecek derecede ağırlaştırabilir.
Sellülit oluşmasındaki en büyük sebeplerden biri aşırı tuz tüketimidir.

15-Alkollü içecekleri fazla tüketmeyin!
Aşırı alkol tüketimi karaciğer yağlanmasına, siroza, beyin hücreleri tahribatına sebep olabileceği gibi kişinin psikoloji ve günlük yaşamında tamiri imkansız negatif etkilere de neden olabilir.
Viski, rakı, votka, cin gibi alkol konsantrasyonu ve dolayısıyla kalorisi yüksek içkilerden kaçınılmalıdır.


Haftada 2- 3 defa iki kadeh şarap veya 1-2 şişe bira sağlık açısından bir risk oluşturmaz.
Yapılan bilimsel araştırmalar az miktarda içilen kırmızı şarabın kalp damar sağlığı yönünden faydalarını ortaya çıkarmıştır.

4 Mart 2008 Salı

Bahar Sendromu ve Beslenme (Baharda Beslenmeye Dikkat )


Baharın geldiği dönemlerde havadaki negatif elektronların artmasıyla birlikte çoğumuzda değişik ruh halleri olur.

Daha sıkıntılı , halsiz , yorgun , bitkin hissederiz. Tüm bu şikayetleri uzaklaştırmak için beslenmemizde dikkat etmemiz gerekenler püf noktaları vardır.

Değişim dönemlerinde oluşan ödemler için bol miktarda su içmeliyiz. Herkes için bu gereksinim değişkenlik gösterse de ortalama 1,5- 2 litre kadar suyu tüketmek için özen göstermeliyiz. Eğer ödem şikayetlerimiz bu fazla su ile azalmıyorsa kiraz sapı , mısır püskülü gibi bitkisel çaylar içmeliyiz. Lahana , maydonoz , çilek , karpuz gibi diüretik ( idrara daha sık çıkaran ) besinlerin tüketimini biraz daha artırmalıyız.

Yorgunluğumuzu ortadan kaldırmak için beslenmede en etkili vitamin , C vitaminidir. Bu nedenle taze ve sebze meyve tüketimini arttırmalıyız. Ara öğünlerden taze meyveleri , ana öğünlerde de salataları beslenmemizden eksik etmemeliyiz . en zengin C vitamini kaynaklarımıza baktığımızda yeşil biber , portakal , mandalina , çilek , maydonoz ve limonu sayabiliriz.

Beslenmede dikkat edilmesi gereken bir diğer konuda karbonhidratlar. Özellikle fazla yağlı karbonhidratlar tüketmek ( pilav , makarna , pasta , börek vs. ) uyuşukluk halini arttırır. Tembelleştirir. Mümkün olduğu kadar uzak durulmaya ve tüketilmemeye çalışılmalıdır. Tüketiliyorsa da akşam saatlerine bırakılmamalıdır. Mevsimsel olarak bir geçiş dönemi olduğu gibi beslenmede de geçişler yapılmalıdır .Sonuç olarak şikayetlerimizin azalması için bol su ve bitki çayları ( yeşil çay , kuşburnu vs.) içmeliyiz. Yemeklerimizde de bol sebze ve meyveye yer vermeliyiz .

Dizlerinizde ağrı mı var? Menisküs olabilirsiniz !


Menisküs sadece bir sporcu hastalığı değildir.
Birçok insan menisküse ya da çapraz bağ yırtığına maruz kalabiliyor.
İlaçla tedavisi ise yok.

Isınmadan antrenmanlara çıktıkları ve antrenmanda darbelere maruz kaldıkları için daha çok futbolcularda görülen menisküs, ev hanımları için de risk oluşturuyor. Uzun süre dizüstü çalıştıktan sonra ani olarak kalkmaya çalışan ev hanımları menisküs yırtığı ile karşı karşıya kalabiliyor.

Menisküs, daha çok bacak sabitken vücudun diz eklemi üzerinde dönmesiyle zedelenip yırtılabilir. Yırtılma sırasında şiddetli ağrı olur ve eklemin içinde bir şeyin yırtıldığı hissedilir. Menisküs, halk arasında ‘sporcu hastalığı’ olarak biliniyor. Menisküs yırtığı oluşumunda ikinci sırada ise ev kadınları ağırlık kazanıyor. Ev hanımlarının uzun süre dizüstü çalıştıktan sonra kalkmaya çalışmaları, menisküs yırtılmalarına neden oluyor. Bu nedenle ev kadınları eğer uzun süre dizüstü halı silmişlerse, aniden ayağa kalkmaktan kaçınmalı.

MENİSKÜS NEDİR?
Menisküs diz eklemi içinde, uyluk ve kaval kemikleri arasında biri içte diğeri dışta olmak üzere her diz ekleminde iki adet bulunan ve diz eklemini destekleme ile görevli kıkırdak yastıkçıklardır. Eklem sürtünmesini azaltarak hareket kabiliyetini artırır. Yük aktarım alanını genişleterek eklem kıkırdaklarının korunmasına katkı yapar. Yarımay şekliyle uyluk ve kaval kemik başlarını sararak oluşturduğu yuva içerisinde eklem stabilitesine de katkıda bulunur.

MENİSKÜS YIRTIĞI NASIL OLUŞUR?
Sadece sporcularda değil, dizini herhangi bir şekilde zorlamış herkeste görülebilir. Menisküs yırtığı dizde ağrı, kilitlenme, hareket kısıtlılığı ve sıvı toplanması gibi çeşitli şikâyetlere neden olur. Yaşlanma ve yapısal bozukluklar nedeniyle kendiliğinden görüldüğü gibi dizini sürekli büken kişilerde de görülebilir. Menisküslerin iç kısmı kıkırdak yapıda, damarsız olduğu için kendiliğinden iyileşmez. Ancak çevresindeki küçük bir kısım damarlı olduğu için yırtık oluştuğunda dikilirse iyileşebilir. İç kısımda oluşan yırtıkların ise temizlenmesi gerekir. Aksi takdirde dizin içinde bozulmalara yol açar. Menisküs yırtıklarında güncel tedavi metodu artroskopidir. Artroskopi eklem problemlerinin tanı ve tedavisinde eklemin içinin görüntülenmesi için kullanılmaktadır.

Sıklıkla karşılaşılan menisküs yırtıkları ya bir travma ile ya da yıllar içinde meydana gelen yıpranma sonucunda oluşur. Menisküs yırtıkları kendini; ağrı, kilitlenme ve hareket kısıtlılığı ile gösterir. Tedavi olarak yırtılan menisküsün bir kısmının alınması veya mümkünse yırtılan kısmın dikilmesi ile yapılır. Tedavinin ne şekilde yapılacağı hastanın yaşına ve yırtığın menisküsün hangi bölümünde olduğuna bağlıdır.

Ameliyatı takiben hastalar genellikle aynı gün taburcu edilebilirler. Hasta, ameliyat sonrasında bir çift koltuk değneği ile dizi üzerine basabilmekte, 4-5 gün sonra da işine gidebilmektedir. Ancak menisküs tamiri yapılmış ise bu durumda hastanın yaklaşık 2 ay üzerine basmaması gerekmektedir.


OPR. DR. MEHMET DEMİRAYAK
ORTOPEDİ VE TRAVMATOLOJİ UZMANI
KONYA VAKIF HASTANESİ