30 Eylül 2007 Pazar

0 - 1 Yaş Beslenmesine Uygun Tarifler

YOĞURT
Süt kaynatılır
Elin dayanabileceği sıcaklığa kadar soğumaya bırakılır
Sonra içine bir iki kaşık yoğurt (mayası) ilave edilir
Kımıldatılmadan üzeri iyice örtülerek 3-4 saat bekletilir

MEYVESUYU VEYA MEYVE PÜRESİ
Mevsimine göre meyveler yıkanır, kabukları soyulur
Katı meyve suyu sıkma aleti varsa suyu çıkarılır. Yoksa rendelenir ve temiz bir tülbentten süzülür
Meyve püre yapılacaksa, cam rende ile rendelenir.
Meyve rendesi ince, ezme şeklinde olmalıdır

SEBZE PÜRESİ
Sebzeler önce iyice yıkanır
Kabukları soyulur ve küçük küçük doğranır
Az su konularak ağzı kapalı olarak haşlanır (pirinç, sıvıyağ katılabillir)
Haşlanan sebzeler, çatal veya kaşıkla iyice ezilir ve kaynatma suyu ile karıştırılır

SEBZE ÇORBASI (2 porsiyon)
Mevsim sebzeleri (kabak, havuç, patates gibi)
1 yemek kaşığı pirinç
2 çay bardağı su
1 tatlı kaşığı zeytinyağ
Sebzeler iyice yıkanır, küçük küçük doğranır,
1 yemek kaşığı pirinçle birlikte suya atılarak kaynatılır
1 tatlı kaşığı zeytinyağ eklenerek pişirilir, tel süzgeçden geçirilerek bebeğe verilir

YOĞURTLU SEBZE ÇORBASI
1 kepçe yoğurt
1 orta boy patates veya herhangi bir mevsim sebzesi
1 yemek kaşığı pirinç unu
1 tatlı kaşığı zeytinyağı
Bir tencereye yoğurt konur, az su ile sulandırılır
Evde olan herhangi bir sebze ve patates doğranır
1 tatlı kaşığı zeytinyağ ve pirinç unu eklenerek pişirilir

TARHANA ÇORBASI
2 yemek kaşığı kuru tarhana
1 çay bardağı su
1 tatlı kaşığı zeytinyağ
Bir tencereye 2 yemek kaşığı kuru tarhana konur, az su ile sulandırılır
Üzerine 1 çay bardağı su ve 1 tatlı kaşığı zeytinyağ eklenip pişirilir

MERCİMEK ÇORBASI
2silme yemek kaşığı mercimek
1küçük boy havuç
1küçük boy patates
1tatlı kaşığı zeytinyağ
1çay bardağı su
Bir tencereye 2 yemek kaşığı mercimek, 1 çay bardağı su konur1 küçük boy havuç, patates rendelenip, 1 tatlı kaşığı zeytinyağ eklenir ve pişirilir

IZGARA KÖFTE
30gr (1 köfte kadar) yağsız iki kere çekilmiş dana kıyma
Ekmek içi
Maydanoz (isteğe göre yumurta kırılabilir)
Ekmek içi az ıslatılır, maydanoz ve kıyma ile yoğrulur, ısıtılmış fırında veya ekmek yerine pirinç veya bulgur konularak sulu köfte olarakda yedirilebilir

Suda Doğum

Suda doğumda amaç nedir?
Su altında doğumda amaç, kişilerin streslerinin azaltılması ve kaslarının mümkün olduğunca gevşetilmesidir.

Suda doğum yaptıran hekimler ılık suyun sakinleştirici ve ağrı giderici etkileri olduğunu ve bu etkinin gebenin kendisini daha rahat hissetmesine ve doğumun daha kolay geçmesine yardımcı olduğunu ileri sürmektedirler. Tarihçeİlk su altı doğumu bir tesadüf sonucu, 1803 yılında Fransada yaşayan bir kadın tarafından kendi başına (hekim yardımı olmaksızın) gerçekleşmiştir.

1960lı yıllarda ilk defa eski Sovyetler Birliğinde Igor Charkovshy bu konuda deneme çalışmalarına başlamış, Onu 1978-1985 yılları arasında Fransada yaşayan Dr. Michel Odent izlemiş ve su altında pek çok doğumu gerçekleştirmiştir.

Suda doğum uygulamaları daha sonraları bir ara güncellik kazansa da belirli bölgeler dışında yaygınlaşmamıştır. Günümüzde eski Sovyet Cumhuriyetleri, İngiltere ve Fransanın bir kısmı ile Amerika Birleşik Devletlerinde sınırlı sayıda klinik ve hastanelerde uygulanmaktadır.
1994-1996 yılları arasında İngilterede gerçekleşen doğumların %0.6sı suda olmuş ve bu doğumların da %9u evde ebe yardımı ile gerçekleşmiştir. Bu doğumlarda bebek ölüm oranı binde 1.2 olup istatistiksel olarak normal doğumdan farklı değildir.

Suda doğum nasıl gerçekleşir?Tam teşekküllü hastanelerin bazılarında suda doğum için özel olarak hazırlanmış küvetler mevcuttur. İdeal olarak 37 santigrad dercede su içine gebe ve hekimin özel ekipmanlar ile girerek doğumun gerçekleşmesi sağlanmaktadır.
Burada suyun çok sıcak olması durumunda anne adayının kan dolaşımında değişim olabilir ve ani tansiyon düşüklüğü ile plasentaya giden kan akımlarında azalmalar yaşanabilir. Bu da hem anne adayını hem de bebeği risk altına sokabilir. Ayrıca suda uzun süre kalınması durumunda anne adayında terlemeye bağlı sıvı kaybı da görülebilir.

Suda doğumun avantajları nelerdir?Teorik olarak en büyük avantajı; ılık suyun kasları gevşetmesi, zihinsel rahatlık sağlaması ve bu sayede plasentaya giden kan akımının artarak daha az ağrılı ve daha kısa bir doğum sürecinin yaşanmasıdır. Diğeri ise 38 hafta boyunca suda gelişen fetüsün yine sıvı bir ortamda yaşama adım atacağı düşüncesidir.

Suda doğumun dezavantajları nelerdir?Gebenin ağrı eylemi sırasında bebeğin NST (External tokografi) ile kalp atımlarının izlenememesi bir dezavantajdır.
Yine, bebeğin göbek kordonunun kısa olması gibi durumlarda aniden su yüzüne çıkan kordon kopabilir ve bebek kan kaybedebilir. Bu da kan transfüzyonu gereksinimini arttırabilir.

Sonuç olarak...

Konuyla ilgili yapılan ve normal doğum ile suda doğumu karşılaştıran pek çok araştırmalarda yarar veya zarar etkisi açısından her iki doğum şeklinin birbirine karşı çok üstün avantaj ya da dezavantajları bulunmamakla birlikte, suda doğum özellikle son yıllarda pek çok çift tarafından tercih edilen alternatif bir doğum yöntemi haline gelmiştir..
Bu konuda hekim tecrübesi, hastane koşulları ve çiftlerin görüşleri ortak olarak değerlendirilmeli ve karar bu yönde şekillendirilmelidir.


Ankara/ Cebecideki Zekai Tahir Burak Hastanesinde (Büyük Doğumevi) 2006 yılı başı itibari ile suda doğum ünitesi açılarak -dileyen hastalara hizmet vermek üzere- hizmete girmiştir.

Op.Dr. Süleyman ESERDAĞ

Lazer Epilasyon Hakkında Merak Ettikleriniz

LONG PULSED ALEXANDRİTE LAZER:
Lazer teknolojisi son yıllarda sağlık alanında kullanılmaktadır. Lazer adı zaman zaman insanlara ürkütücü gelse de teknolojik gelişiminin takip edilmesi, hekimin ve tedavinin başarısını arttırır.Güzellik kavramı objektif kriterlere sahip olmakla birlikte daha subjektif görünür. Amacımız kadınların ve erkeklerin arzuladıklarına ulaşılabilir hedefleri onlara sunmaktır. Çünkü modern çağın gereği, insanların zihinsel performansları arttıkça, bedensel beklentiler artmaktadır. Günümüz insanı genetik veya hormonal de olsa istenmeyen tüylerle mücadele etme şansına lazer teknolojisi sayesinde sahiptir

Ancak bazen, lazer işlemleri bittikten bir yıl sonra o bölgede bazı tüyler çıktığı görülebilir. Gerçi bu tüyler tedavi öncesi sıklıklarında ve kalınlıklarında değillerdir ancak 2-3 tane tüy çıkması bile yanlış olarak sonucun kalıcı olmadığı şeklinde yorumlanabilmektedir. Oysa gerçekte durum böyle değildir. Lazerle tüy giderme tedavi ilkelerini gözden geçirecek olursak; etkili bir lazer tedavisinde her bir seansın sonucu kıl köklerini sayıca azaltmak şeklinde kendini göstermektedir. Bu azalmanın oranı kişiden kişiye değişir ancak her durumda, devam eden tedavilerde azalma da devam eder. Bu sırada, kıl köklerinde sayıca sayıca azalmanın yanısıra zayıflama da meydana gelir. Zayıflamış kökler ise ancak çok uzun süren dinlenmeden dönemlerinden sonra büyüme dönemine girebilir. Bu da tedavinin ilerlemesiyle birlikte tüy çıkarması için gereken sürenin uzaması anlamına gelir. Dolayısıyla belli bir seansın sonucu seans olup olmadığı anlayabilmek için sonuncu işlemden sonra 1 yıl beklemek gerekebilir. Bir yıl sonra tüy çıkması halinde ise bu, sonucun kalıcı olmadığına değil, tedavinin henüz bitmemiş olduğuna işaret eder.


Lazer epilasyon; CE belgesi olan son teknoloji LONG PULSED ALEXANDRİTE Lazer sistemleri ile artık daha başarılı sonuçlar alınmaktadır.
Alexandrite lazer 755 nm dalga boyundaki ışınlardan olmaktadır. Bu dalga boyu kılın yapısında bulunan melanin pigmenti (siyah boya maddesi) tarafından yoğun şekilde emilen ışın demetlerini içerir. Bu sayede lazer epilasyonla amaçlanan kıl kökü tahribatı kolayca sağlanabilir. Alexandrite lazer ışınları Diod ve Nd-yag lazerlere göre melanin pigmenti tarafından daha yoğun emilmektedir. Bu durum epilasyon için avantajdır.

Lazer kıl köklerine nasıl etki gösterir?Lazer, Selektif Foto-Termonoliz (ışık ısısıyla seçici tahrip) adı verilen mekanizma üzerinden etki gösterir. Deriye lazer atışı yapıldığında, ışık milisaniyeler içinde deriden emilmeksizin geçer ancak kıl kökü ve kıl gövdesi tarafından emilir ve kıl kökü içinde yüksek ısı meydana getirerek kıl kökünün tahrip olmasına yol açar.

Lazer vücuduma bir hasar verir mi?
Lazer çoğu zaman radyasyon gibi değerlendirilip sağlığa zarar vermesinden gereksiz yere korkulmaktadır. Oysa lazer ile radyasyon arasında bir ilişki yoktur. Lazerin deriye uygulanması sırasında deri altındaki doku ve organlara herhangi bir etkide bulunduğuna dair bir bulgu da gözlenmemiştir. Esasen, çok güçlü epilasyon lazerleri ile dahi, etkili dozlarda ancak kıl kökü seviyesine dek ulaşılabilir.

İşlemler acı verir mi?Lazerlenen kıl kökü tahrip olurken, cımbızla çekildiğinde meydana gelen acının benzeri bir his algılanır. Bu kaçınılmazdır. Vücudun bazı bölgelri daha duyarlı olduğundan, doğal olarak bazı bölgelerde bu his daha güçlü olabilir. Lazer soğutucu ile birlikte kullanılmakta olduğundan derinin ısınmasına bağlı bir ağrı-acı meydana gelmez. Soğutucu, işlem sırasında lazer atışı öncesi-atış sırası ve sonrasında deriyle sürekli temas halinde tutularak işlem bölgesini soğutur ve deri üst tabakasını lazerin ısısından kurur. Soğutucu sayesinde kıl kökündeki reaksiyon da nisbeten az hissedilir. Örneğin dudak üstündeki ince tüyler lazerlenirken hiçbir şey hissetmezsiniz. Tedaviler sırasında herhangi bir lokal anestezik ya da ağrı giderici hiçbir bölgede gerekmez.

Lazerli epilasyon hangi bölgelerde uygulanır?
Lazer, bütün vücuda uygulanabilir. Yüz, ense, boyun, kulaklar, kaşlar, kol, koltukaltı, bacak, göbek, kalça, sırt, omuzlar, belde uygulandığı gibi, göğüs, meme, bikini çizgisi gibi hassas bölgelerde de tehlikesizce uygulanabilir.

İşlemler ne kadar sürer?Bu işlem yapılan bölgenin genişliğine göre değişir. Örneğin dudak üstü 1 dakikada biterken sırt 1-2 saat sürebilir.

Kaç kez yapılır?Lazer kıl köklerine gelişme dönemlerindeyken etki eder. Dinlenme dönemindeki bir kök lazerden ötürü geçici bir süre için baskılanabilir ancak tahrip olmaz. Belli zaman diliminde tüm kıl kökleri birden büyüme döneminde olmayacağından, bütün kökleri yok etmek için de tek bir tedavi yetmeyecektir. İşlemler, kökler büyüme fazına girdikçe, 4-6 hafta aralıklarla ya da tüyler çıktıkça yapılır. Toplam işlem sayısı vücut bölgesine göre değiştiği gibi, genetik faktörler, yaş, cinsiyet, hormonal profil gibi özelliklerinize bağlı olarak da farklılıklar gösterir. Ancak literatürde ortalama 3 ile 6 seansta çözüm bulunmaktadır. Tedavi planı tarafımızca kişiye özel yapılmaktadır burada önemli faktörler kişinin cilt yapısı kıl rengi ve kalınlığıdır En iyi sonucu beyaz tenli, siyah ve kalın kıllarda alırken, alexandrite lazeri çok esmer ve zencilerde kullanmıyoruz beyaz ve açık sarı renk tüylerdede uygulama önermiyoruz..[yenisayfa]

Tedaviden sonra deride ne gibi bir değişiklik gözlenir?Bazı ciltlerde pembelik veya kızarıklık olabilir. Ancak güçlü bir soğutucu ile birlikte kullanılan lazerlerde, işlem sonrası pembelik-kızarıklık hemen hemen hiç görülmez.

Tedaviden sonra yapmamam gerekenler nelerdir?Tedaviden sonra hemen günlük yaşantınıza dönebilirsiniz.

Tedaviden sonra losyon-krem kullanımı gerekli midir?Deride kızarıklık meydana getiren lazer işlemlerinden sonra koruyucu olarak bir takım kremler kullanmak gerekli olabilir ancak kızarıklık oluşmayan bir tedaviden sonra herhangi bir koruyucu krem uygulamasına da gerek kalmaz.

Yüze uygulanan bir tedaviden sonra makyaj yapılabilir mi?Deride kızarıklık meydana getiren bir lazer tedavisinden sonra kimi makyaj malzemelerinin kullanımı sakınca yaratabildiği akılda tutulmalıdır ancak kızarıklık oluşmayan bir tedaviden sonra işlem gören bölgeye makyaj malzemeleri rahatlıkla uygulanabilir.

Lazer tedavileri sırasında güneşe çıkmak sakıncalı mıdır?İşlem sırasında cildinizde kızarıklık meydana gelmişse güneşe çıkmaktan sakınmalısınız. Zira deride kızarıklık meydana getirebilen lazerlerle işlem görmeden önce ve işlemden sonra güneşe çıkmak son derece zararlı olabilir. Bu nedenle tedavi süresince güneşten sakınmak tavsiye edilir. Ayrıca solaryuma da girilmemesi hastaya söylenmelidir.

Lazer uygulamasından sonra işlem bölgesindeki tüylere ne olur?İşlemden sonraki 3 gün içinde lazerlenmiş olan tüyler yavaş yavaş yüzeye çıkar ve dökülmeye başlarlar. Tüylerin yüzeye çıkması yeniden büyüme olmayıp, köklerin içindeki tüylerin dökülmeleri için gereken bir süreçtir. Dökülme tamamlandıktan sonra o bölgede birkaç hafta süreyle yeni tüy çıkmaz. Yeni tüyler çıktığı zaman ise yeni seans zamanı gelmiş demektir. (Bu süre bölgeye göre değişmekle beraber ortalama 4-6 haftadır)

Lazer işlemlerine başlamadan önce ne yapılması gerekir?
Lazer işlemlerine başlayabilmek için o bölgedeki tüylenme maksimum yoğunluğa ulaşana dek tüyleri kökten almadan beklemek gerekir. Yapmamız gereken bölgeye göre değişen 2 haftadan 6 haftaya kadar bir süre boyunca sarartıcı veya cımbız/ağda kullanmadan beklemektedir. Bu sürede uzayan tüyleri isterseniz kesebilir ya da tüy dökücü krem kullanabilirsiniz. Tüy dökücü kremler köklere işlemediğinden lazerden önce kullanılmalarında sakınca yoktur. Zira işleme başlamak için tüylerin uzun olmaları gerekmez, köklerin tüy çıkarmış olması yeterlidir. Kesme işlemi için makas ya da isterseniz jilet de kullanabilirsiniz, bir sakıncası yoktur.

Jilet hiçbir zaman kökleri güçlendirmeyecek, ayva tüylerini kalınlaştırmayacaktır. Sadece, jilet ya da makasla kesme sonrasında tüylerin ucundaki zayıf ve ince kısım kesildiğinde dipte kalan nisbeten kalın kısım kendini gösterecek, bu görünüm ise tüylerin kalınlaştığı şekilde bir göz aldanması yaratacaktır. Oysa, aslında tüyün kalitesinde bir değişiklik meydana gelmemektedir. Tabii, isterseniz hiç bir şey yapmadan da bekleyebilirsiniz.

Sonuçlar kalıcı mıdır?
Hormonal nedenli tüylenme vakalarında yeniden bir hormanal düzensizlik meydana gelecek olursa yeniden tüylenme artışı görülmesi tabiidir. Bunları bir tarafa bırakacak olursak, günümüzün gelişmiş yüksek güçteki lazerleriyle etkin dozlarda yapılan bilinçli tedavilerde bir bölgede bitmiş bir tüylenmenin yeniden başlaması olası görünmemektedir.

Op.Dr. Nejdet ŞİŞMAN

Tatil bitti, Okula devam

Uzun bir yaz tatilinin ardından yeniden okula dönmek birçok çocuğa için zor gelebilir. Bu noktada çocuğun yaz boyunca yaptığı faaliyetlerle okul arasında köprü kurmasının yararı çok büyüktür. Okula geri dönüş konusunda her çocuğun tepkisi farklı olmakla birlikte, gerilim yaşayan çocuklara yardımcı olmak ve okula geçişi kolaylaştırmak için yapabileceğiniz tek şey öncelikle çocuğunuzun kaygılarının nedenini belirlemektir. Yeni bir sınıfın yeni bir zorluk anlamına gelir, çocukların dersleri başaramama korkusu karşısında savunma amaçlı saldırganlık gösterebilmesi mümkündür.

Organize olmak ve güven verici rutinler oluşturmak çocuğun kendini ehil hissetmesi açısından önemli katkılar sağlayabilir. Yeni bir okul ya da sınıf arkadaş bulma konusunda endişeler duymasına neden olabilir. Okul dışı faaliyetler ya da hobilerin başka çocuklarla konuşma başlatması ve kendi olağan çevresi dışındaki çocuklarla tanışma fırsatı sağlaması açısından yararlı olabilir. Ayrıca geçmişte başarıyla atlattığı zor durumlar hakkında konuşmanız da özgüvenini destekleyecektir. Her çocuğun okula yeniden başlama konusunda kendine has bir tepki vermesi normaldir. Bu durum sizde çocuğunuzun yaşamına kendi deneyimlerinizi tatbik etme eğilimi oluşturabilir. Kendi deneyimlerinizi hatırlamanız konuya ilişkin anlayışınızı derinleştirebilir.

Çocukların yeni döneme yapacakları başlangıç, onların tüm senelerini etkileyebiliyor. Çocuklarının bu yeni tempo artışına daha kolay uyum sağlayabilmeleri için anne-babaların bu sürece hazırlıklı olmaları son derece önemlidir.

Çocuğunuzun tatil sonrasında okula yeniden adapte olması için dikkat edilmesi gereken bazı hususlar şunlardır:

-Çocuğunuzun her insanın yeni başlangıçlarda yaşadığı
stresi
ve kaygıyı yaşamasını normal karşılayın ve bu duruma onu önceden hazırlamaya çalışın.

-Olumlu fiziksel ve ruhsal gelişim önemlidir. Çocuğunuzun fiziksel ve ruhsal sağlığının yerinde olduğundan emin olun. Çocuk ve diş doktoruyla v.b. görüşmelerinizi erken dönemde ayarlayın. Çocuğunuzun duygusal veya psikolojik gelişimiyle ilgili endişelerinizi uzmanlarla paylaşın. Uzmanlar kaygılarınızın yaşa uygun konulardan mı ya da ayrıntılı olarak değerlendirilmesi gereken gelişmelerden mi kaynaklandığını belirlemenizde yardımcı olurlar.

-Okuldan gönderilen tüm belge ve notları dikkatle takip edin.

-Uyku ve yemek saatlerini yeniden düzenleyin. Okullar açılmadan en az bir hafta önce uyku ve yemek düzeninizi özellikle kahvaltı saatlerini yeniden planlayın. Bu değişikliğe çocuğunuzu hazırlamak için onunla ödev ve etkinlikler nedeniyle aşırı yorgunluk hissetmemek için düzen oluşturmanın yararları üzerinde konuşun.

-Televizyonu kapatın. Çocuğunuzu sabah saatlerinde t.v. izlemek yerine yap- bozla uğraşma, boyama, kitap okuma v.b. etkinliklere yönlendirin. Bu faaliyetler çocuğunuzun öğrenme sürecine ve okul düzenine alışmasını kolaylaştıracaktır.

-Çocuğunuzla birlikte okulunu ziyaret edin. Çocuğunuz küçükse ya da yeni bir okula başlıyorsa onunla birlikte okula gidin. Öğretmenle tanışmak, sınıf, yemekhane, bahçeyi görmek okul öncesi hissedilen endişenin azalmasını sağlar. Yeni çevre hakkında soru sorması için çocuğunuzu yüreklendirin.

-Arkadaşlarıyla program yapmasını destekleyin. Okul açılmadan önce çocuğunuzu sınıf arkadaşlarıyla buluşarak olumlu sosyal ilişkiler kurması için destekleyin.

-Ev ödevleri için uygun alan seçin. İlköğretim çağındaki çocuklar kendi odalarında veya evin sessiz bir köşesinde çalışabilirler. Okula yeni başlayan çocuklar için ise oturma odası ya da mutfak gibi ortak kullanım alanlarında erişkinlerin denetim ve gözetimlerine olanak sağlayan bir çalışma köşesi oluşturulabilir.

-Okul ve beslenme çantaları için yer belirleyin. Okul eşyaları, anne-babanın okuması için eve gönderilen yazılı belgeleri v.b. koymak için bir yer belirleyin. Her akşam okul çantasının düzenlenmesinin çocuğunuzun sorumluluğu olduğunu hatırlatın. Çocuğunuz sorumluluklarını yerine getirmediğinde onu sabırla uyarın, hiçbir şekilde “ne de olsa o yapmıyor bari ben yapayım” tutumu içerisinde olmayın

-İşlerinizi azaltın. Okulların açıldığı hafta programınızı sadeleştirin. İş seyahatleri, gönüllü çalışmalar, projeler v.b. mümkün olduğu ölçüde erteleyin. Yeni okul döneminde çocuğunuzun hissedebileceği endişeyi yenmesi ve okul düzenine alışmasına yardım olabilmek için serbest zamana ihtiyaç duyabilirsiniz.

-Okul sonrası saatleri planlayın. Eve döndüğünde sizi bulamadığı zaman neler yapılması gerektiğini çocuğunuzla konuşun.

-Kitap ve defterlerini gözden geçirin. Yıl içinde öğreneceği bilgiler hakkında onunla konuşun. Konulara ilişkin merak ve ilginizi onunla paylaşın. İçerikleri kavrama yeteneğine olan güveninizi ona açıklayın. Okul yılı boyunca öğrenme sürecini pekiştirin. Öğrenme becerilerinin gelişmesi zaman alır, sık tekrar gereklidir. Çocuğunuzu sabırlı, dikkatli ve olumlu olması konusunda yüreklendirin.

-Öğretmeniyle yakın ilişki ve iletişim halinde olun. Aynı şekilde diğer velilerle de iletişim kurmaya özen gösterin

-Okul ortamında yardım alacağınız kaynakları belirleyin. Siz ve çocuğunuza yardımcı olacak kişileri belirleyin; müdür, psikolojik danışman, serbest zaman etkinlikleri koordinatörü v.b. Görevleri ve gereksinim duyduğunuzda nasıl ulaşacağınız hakkında bilgi edinin.

-Çocuğunuzun sorunlarına ilgi gösterin. Çocuğunuzun okul konusunda endişeleri varsa beslenme veya okul çantasına onu yüreklendirecek özel notlar yazıp bırakın. Yeni bir durumda insanların endişe duymalarının doğal olduğunu ve öğretmen, akranlarını tanıyıp okul düzenine uyum sağladıktan sonra her şeyin düzeleceğini kendisine anlatın.

-İlk birkaç hafta çocuğa fazla tepki göstermemekte fayda vardır. Anaokuluna ya da birinci sınıfa başlayan çocuklarda özellikle anneden ayrılık önemli bir anksiyete yaratabilir. Bu durumlarda sakin olmak çok önemlidir. Bu durumun normal olduğunu bilmek ve soğukkanlı davranmak yerinde olacaktır. Çocuğun eğitmenine güvenmek anne babaya da bir rahatlık verecektir. Eğitmenlerin bu durumlara karşı çok önemli deneyimlere sahip olduklarını unutmamak gerekir.

-Okula gitmek ve derslerde annesi olmadan oturmak ve beklemek konusunda sorun yaşayan çocuklara özellikle anne ve baba tarafından verilecek mesajlar çok açık ve net olmalıdır. Çocuklar genellikle sınıftan çıktıklarında bir daha annelerini görememe endişesi yaşarlar. Bu noktada çocuğuna açık bir şekilde bilgi verilmelidir. Anne çocuğuna derse girmesi gerektiği, ancak ders bittiğinde kendisinin onu bekliyor olacağı mesajını net bir biçimde verirse çocuk için bu süreç daha kolay hale gelecektir.

-İlk haftalar aşırı tepki vermeyin. Özellikle yuvaya, birinci sınıfa başlayan çocuklar ayrılık endişesi veya çekingenlik yaşayabilirler. Eğitimciler bu durumun üstesinden gelebilecek deneyime sahiptirler. Onu bıraktıktan sonra fazla oyalanmadan, onu sevdiğinizi ve gün boyunca düşüneceğinizi, okul bitiminde onu gelip alacağınızı söyleyin. Sakin ve olumlu davranın.


Uzm.Psikolog Yasemin MERİÇ

Diş Beyazlatma

Dişlerdeki şekil ve renk bozuklukları hepimizde rahatsızlıklık oluşturabilen estetık bir sorundur. Diş Hekimliğinde estetik ve restoratif maddelerin gelişmesiyle dişlerdeki pek çok renk, şekil, konum bozuklukları rahatlıkla tedavi edilebilir hale gelmiştir. Estetik kaygılarla,renkleşmenin ortadan kaldırılması için yapılan beyazlatma(bleaching-ağartma), oksidasyon ve redüksiyon yoluyla ,renkleşmeye neden olan bileşiklerin değiştirilmesidir. Ağartma işlemi yapılamadan önce dişteki renklenmenin nedeni ve tipi belirlenip, ona göre beyazlatma uygulanmalıdır.

Önceki yıllarda dişlerdeki renk değişikliğinin çözümü için protetik yollara başvuruludu. Estetiği sağlamak adına hastanın bir veya birden fazla dişi kesilerek porselen veya akrilik kron -köprüler yapılırdı. Doğal olarak bu sistem sonucu dişlerde madde kaybının yanı sıra pekde ekonomik olmayan ,zahmetli ve uzun süren tedaviler idi. Oysa diş ağartma sistemi eski sisteme göre, hem çok çok daha ekonomik,hem zahmetsiz ve dişte herhangi bir yapısal değişikliğe neden olmayan, hem de çok kısa sürede (en fazla bir saat gibi bir süre) sonuç alınabilen bir uygulamadır.

Diş ağartma tüm sağlıklı canlı dişlere uygulanabildiği gibi,tek tek herhangi bir nedenle (kanal tedavisi,gümüş dolgu v.b.g) rengi değişmiş dişlerede uygulanabilir.

DİŞ AĞARTMA ÇEŞİTLİ ŞEKİLLERDE UYGULANABİLİR.
1-Home bleaching (Hekim kontrol ve işbirliğiyle kişinin evde uyguladığı sistem )
2-Ofis bleaching (Hekim tarafından klinikte uygulana sistem)
3-Kombine ( 1 ve 2 nin birlikte uygulandığı sistem )

Dt. Ferhat UZDAŞ

Sonbahar Depresyonu

Yaz bitti , güneşli günler yerini bulutlu ve yağmurlu günlere bırakacak, yazın vermiş olduğu neşe ve enerji hepimizde yavaş yavaş azaldı, işe -okula yeniden başladık ve son zamanlarda yataktan kalkmakta zorlanıyoruz.

Güneşi az görmek, iş yükümlülüğünün artması, okulların başlaması, havaların serinlemesi kişilerde birtakım ruhsal sorunlar yaratabiliyor. Sabah uyanmakta güçlük, yataktan kalkmak istememe, kendini gün içinde yorgun ve bitkin hissetme, enerjide azlama , çalışmak istememe, karamsarlık, hüzün, cinsel enerjide azalma, çabuk sinirlenme gibi belirtiler “sonbahar depresyonuna” girmiş olabileceğinizi gösterebilir. Sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte kişilerin yetersiz güneş ışığı alması beyindeki kimyasal maddelerin düzeninde bozulma yaratır bu bozulma da depresif duyguların yaşanmasına sebep olur. Uyku ve hormonları düzenleyen biyolojik saatin bozulması da bahar depresyonun ortaya çıkmasına neden olabiliyor.


Bilimsel araştırmalarda mevsimlerin insanların ruh hallerinde bir takım değişiklikler yapmış olduğu belirlenmiştir. Sonbahar ve kış aylarında kişilerde depresif belirtilerin arttığı, geçmişte depresyon yaşayan kişilerde bu belirtilerin yeniden tekrarlandığı araştırmalarla desteklenmiş olup kadınlarda erkeklere göre bu oranların daha yüksek olduğu gözlenmiştir.

Bahar depresyonu ile birlikte yaşanan yorgunluk, bitkinlik, enerji kaybı, isteksizlik, çabuk sinirlenme, karamsarlık, libidodaki azalma, konsantre olmada güçlük, uykusuzluk, yorgun ve bitkin uyanma vb şikayetlerin bir uzman tarafından değerlendirilmesi gerekebilir. Çünkü yaşanan bu belirtiler farklı bir ruhsal rahatsızlığın başlangıcı da olabilir. Bahar depresyonu yaşayan kişilerin hava bulutlu olduğunda dışarı çıkmak isteği olmamasına rağmen dışarı çıkmak için çaba göstermesi, vücudu için gerekli enerjiyi sağlamak için düzenli beslenmesi , düzenli spor ve egzersiz yapması, işyerindeki isteksizliğini azaltmak için sık ve kısa keyifli molalar vermesi, sosyal yaşamını yeniden planlayarak keyif alabileceği aktiviteler planlaması depresif belirtilerin azalmasına yardımcı olacaktır. Belirtilerin çok yoğun yaşanması durumunda profesyonel bir destek kesinlikle alınmalıdır. İlaç tedavisi ve psikoterapi süreci ile tedavisi mümkündür.


Psikolog Eda GÖKDUMAN

29 Eylül 2007 Cumartesi

Akdeniz Diyeti Alzheimer Düşmanı



Balık, taze sebze ve meyveden oluşan Akdeniz diyeti ile şarap Alzheimer hastalarının ömrünü uzatıyor.

Amerikan Nöroloji Akademisi'nin dergisinde yer alan çalışmaya göre, ABD'li bilim adamları 4.5 yıl boyunca 192 Alzheimer hastasını izledi.
Araştırmada, daha çok taze meyve ve sebze ile balık yiyen, hafif ve sağlıklı yağlar tüketen, orta düzeyde şarap içen ve hayvansal gıdaları az tüketen hastaların, tersini yapanlardan ise 1.3 ila 4 yıl daha uzun yaşadıkları belirtildi.

Cinsel Gelişim

Biyolojik özelliklerimizi temel aldığımızda erkek ya da dişi olarak belirlenen bir cinsiyetimiz vardır. Cinsellik ise bu biyolojik yapı üzerine eklenen sosyolojik, psikolojik ve felsefi boyutları da içeren daha geniş bir tanımlamadır. Doğum öncesinden ölüme kadar duyguları, düşünceleri, inançları, davranışları ve yaşantıları içeren gelişimsel bir süreçtir. Belirli bir yaşam döneminde beklenen cinsel duygular, inançlar ve davranışlar o yaşa uygun cinsel gelişimi belirler.

Cinsel gelişim ile ilgili bilgilerimiz psikoseksüel gelişim kuramı ile ilgili temel bilgilere dayanmaktadır. Döneminde birçok olumlu ve olumsuz eleştiri ile karşılaşan bu kuram 1915 yılında Freud tarafından geliştirilmiştir. Psikoseksüel gelişim kuramı günümüzde de sarsılmaz yerini korumaktadır.

Başlangıçtaki eleştiriler, bu kuramda aktarılan çocuk cinselliğinin yetişkin cinselliği ile karıştırılmasından kaynaklanmıştır. Aslında çocuklarının cinsellikleri ile ilgili danışmanlık isteyen anne babaların da çocuk ve yetişkin cinselliğini karıştırdıklarını görmekteyiz.

Psikoseksüel gelişime göre cinsel enerji değişik gelişim dönemlerinde değişik beden bölgelerine yönelmektedir. İlk bir yılda ağız gereksinimler, doyumlar ve dış çevre ile ilişkilerde kullanılan organdır. Bebekler tanımak için her şeyi ağızlarına götürmekte, dünyayı ağızları ile tanımakta ve bundan hoşlanmaktadırlar. Bebekler annelerini emmedikleri dönemlerde parmaklarını emmektedirler. Birinci yaştan sonra ağız bölgesinin verdiği haz yerini çocuğun çişi ya da kakasını kontrol edebilme yeteneğine bırakmaya başlar. Çocuk bu kontrolün kendi elinde olmasından çok hoşlanmaktadır. İkinci yılda bu yeteneğin yanında çocuk altının temizlenmesi sırasında ya da idrar yolu iltihabı ve bu bölge pişikleri sonucunda cinsel organlarının farkına varır. Genel olarak bedenine dokunulmasından hoşlandığı bu dönemde cinsel bölgelere dokunulması da haz vericidir. Ayrıca kız ya da erkek olma ile ilgili ilk farklılıklar da bu yaşlarda başlamaktadır.

Çocuk cinsel oyunlarla anne ya da babadan hangisine benzediğini anlamaya çalışmakta, sonrasında aynı cinsiyetten ebeveyn ile özdeşim kurarak o dönemi tamamlamaktadır. Özetle çocuğun cinselliğe olan ilgisi bu özdeşim çabaları ve bedeni ile ilgili hazların sürmesine yöneliktir. Yaklaşık 3-5 yaşları arasında giderek azalan bu ilgi yerini daha haz veren ve doyurucu olan kişilerarası etkileşim, arkadaşları ile oynama ve öğrenme çabalarına bırakmaktadır.

Ergenlik ile daha önceki bu özdeşimler ve cinsiyet hormonlarının etkisi ile cinsel kimlik oluşacaktır. Burada sözü edilen artık erişkin cinselliğine yönelik adımları içermektedir. Çünkü yetişkine benzeyen düşünce sistemi ve hormonların etkisi başlamıştır.


Burada cinselliğin de doğal ruhsal ve bedensel gelişimin bir parçası olduğunu vurgulamak için bilgiler aktarılmaya çalışıldı. Anne baba, öğretmenler ve okul yöneticilerinin burada aktarılandan daha fazlasını öğrenmelerini, iletişimde oldukları çocuklara bilimsel bir temelden doğru bilgiler vermeleri gerekir. Bilmediğinizde "bilmiyorum" diyebilmeli, onlarla anlayacakları bir dilde konuşmalısınız. Onların dili ile tıp dilini ilişkilendirmeli, tepkilerinizi onların bedensel, zihinsel ve psikososyal gelişim düzeyine göre uyarlamalısınız. Çocukları her türlü konularda olduğu gibi cinsel bilgi sağlamada da anne babaları ile konuşmaya cesaretlendirmeliyiz.

Hazırlayan: Doç. Dr. Selahattin Şenol

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümü

28 Eylül 2007 Cuma

Dikkat Eksikliği Sendromu Nedir?

Çocuğun, yaşamının her anını etkileyen nörobiyolojik bir bozukluktur.

Kimlerde görülür?

Çocukların %5 inde. Erkek çocuklarda kız çocuklara oranla 3 kez daha fazla. Her sınıfta ortalama bir ya da iki öğrencide görülür.

Yeni bir buluş mudur?
Hayır. Değişik isimlerle anılmakla birlikte, 1900 lü yılların başlarından beri tanınan bir sendromdur. Günümüzde yaygın olan adları, Dikkat Eksikliği Sendromu ve Dikkat Eksikliği Sendromu ile Hiperaktivite Sendromudur.

Sorun nedir?
Dikkati, tek bir noktaya odaklayamamak ve organize olamamak.

Bu sendromun tıbbi bir açıklaması var mıdır?
Evet. Dikkat Eksikliği Sendromu olan ve olmayan bireylerin beyinlerinin kimyasal metabolizmaları arasında farklılıklar saptanmıştır.

Nedeni nedir?
Tek bir nedeni yoktur. Konsantrasyonu sağlamak için milyonlarca beyin hücresi birarada çalışırlar.

Neden olmayan nedir?
Şeker ve diğer gıdalar
Alerjiler Anne babaların yetiştirme tarzları.

Çocuğumda Dikkat Eksikliği Sendromu varsa bunu nasıl anlarım?
Dikkat Eksikliği Sendromu, her çocukta kendisini değişik olarak gösterir. Dikkat Eksikliği Sendromu olan bütün çocuklar, dikkatlerini yoğunlaştırmakta ve başladıkları işleri bitirmekte zorlanırlar. Bu zorluğun yoğunluğu çocuklar arası değişiklik gösterir.
Ders dinlemenin ve yazıları tamamlamanın gerekli olduğu okul hayatında sorunlar başgösterir. Okul ödevleri yapılmaz ya da tamamlanmaz. Dinlemekte ya da direktiflere uymakta zorluk yaşanır. Çevredeki en ufak olaylarla ya da kendi düşünceleri ile kolayca dikkati dağılır.

Nasıl emin olabilirim?
Bu sendrom için ne tıbbi, ne nörolojik, ne de psikolojik tek bir test vardır. Dikkat Eksikliği Senromu olan çocukların %30 unda hiperaktivite yoktur. Onların ana sorunu dikkatlerini toplayamamak ve konsantre olamamaktır. Genellikle "uyurgezer" görünümünde, sessiz, uyuşuk ve aşırı duygusaldırlar.

Dikkat Eksikliği Sendromu olan çocukların çoğu ise hiperaktif, düşüncesizce davranan ve organize olamayan bireylerdir. Genellikle, sürekli kıpırdanırlar ve vücutlerinin bir parçası sürekli hareket halindedir. Bir yerde oturamazlar. Eşyalarını unuturlar ve kaybederler. Başladıkları işi bitirmeden bir diğerine başlarlar. Müdaheleci ve rahatsız edicidirler. Sıra bekleyemezler. Cevapları soruları beklemeden ağızlarından kaçırırlar. Düşünmeden tehlikeye atılırlar. Normal faaliyetleri "sıkıcı" bulurlar.

Kurdeşen

Kurdeşen hastalığının en belirgin özelliğinin, ciltte 1-2 santim çapında kırmızı, kabarık, kaşıntılı, yer değiştiren döküntüler olduğu belirtildi.Toplumda sık görülen bir cilt hastalığı olmasına rağmen fazla önemsenmeyen kurdeşenin en önemli nedeninin stres olduğu belirtildi.

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Necdet Tokgöz, halk arasında “kurdeşen” olarak bilinen ürtikerin, dermatoloji polikliniklerine başvuran hastaların yüzde 5’inde rastlandığını söyledi. Kurdeşenin en önemli nedeninin stres olduğunu da kaydeden Tokgöz, “Hastalık yüzde 60-70 oranında strese bağlı olarak ortaya çıkıyor. Ancak bazı antibiyotik ilaçlar, ağrı kesiciler, ev tozları, gıdalar, çürük diş ve vücudun herhangi bir yerindeki iltihaplanmalar da kurdeşene neden olabiliyor” dedi.

“Bakıldığında ‘yamalı asfalt’ görüntüsü verir”
Kurdeşen hastalığının en belirgin özelliğinin, ciltte 1-2 santim çapında kırmızı, kabarık, kaşıntılı, yer değiştiren döküntüler olduğunu anlatan Tokgöz, kabarıklıkların genellikle yüzde, kollarda, bacaklarda ve parmaklarda oluştuğuna dikkati çekti.

Tokgöz, kurdeşen hastalığının ilk bakıldığında “yamalı asfalt” görüntüsü verdiğini kaydederek, şunları söyledi: “Kurdeşen hastalığının ‘anjioödem’ denilen kronik bir türü daha vardır. Anjioödem de genelde ciltteki kızarıklıklara ek olarak dudak ve gözlerde balon gibi şişlikler oluşur ve tablonun ciddiyetini artırır. Anjioödemde derinin alt tabakaları da olaya iştirak ettiği için şişlik çok ön plandadır. Şişliğe kaşıntıdan ziyade yanma hissi eşlik edebilir.”

Rastgele ilaç kullanmayın..
Hastalığın tedavisi için mutlaka bir cilt doktoruna başvurulması gerektiğini hatırlatan Tokgöz, “Alerji testlerini içeren araştırmaların yapılması çok önemli. Kurdeşen, hastalık etkenlerinin ortadan kaldırılmasıyla genel olarak kendiliğinden geçer ve tekrar etmez. Geçmediği durumlarda ise ilaç tedavisi uygulanır. Hastalara stresten uzak durmaları ve rastgele ilaç kullanmaktan kaçınmaları tavsiye edilir” diye konuştu.

Ulnar Sinir Sıkışma Sendromu

Dirseğinizi bir yere çarptığınızda tüm kolunuza yayılan bir elektriksel akım yada ağrı hissettiğinizde ulnar sinirinizi hissetmiş olursunuz. Ancak zaman zaman ulnar sinirin oluşturduğu bu tablo kalıcı olabildiği gibi, elin parmaklarını ve el bileğini rahatsız eden bir tablo oluşturabilir.
Ulnar sinir tüm kol boyunca uzanır ve dirseği ,el bileğini geçerek sonlanır. Elin küçük parmağı ve yüzük parmağının his duyusundan ,elin parmaklarının hareketinin bir bölümünden sorumludur. Dirseğin iç yanından mevcut olan eliniz ile de hissedebileceğiniz bir tünelden geçer. Dirseğin almış olduğu bir travmadan ulnar sinir etkilenecek olursa (dirsek kırıkları sonrası gibi) sinirde gelişen ödeme bağlı olarak sinir bu tünel içerisinde sıkışır. Bu tabloya kubital tünel sendromu yada ulnar sinir sıkışma sendromu adı verilir.

Bu durumun uzaması sonrasında sinirin üzerinde yer alan koruyucu myelin tabakası el bileği ve dirseğin hareketleri sonrasında sürtünmeye bağlı olarak aşınabilir. Bu sinir de kalıcı bir hasar oluşma ihtimali demektir. Burada elin kaslarında zayıflama kavanoz açma gibi hareketlerde zorlanma gibi şikayetler ortaya çıkar. Problem dirseği ilgilendiren bir patolojiden kaynaklansa da esas şikayetler sinirin etkili olduğu alan olan elde ve parmaklarda ortaya çıkar. Hem motor hem his duyusu ile ilgili sorunlar yaşanır.

Dirseğin iç kısmında oluşan gerginlik hissi
Özellikle geceleri oluşan elin küçük ve yüzük parmağında uyuşma hissi
Araba kullanma veya telefonla konuşma gibi dirseğin uzun süre katlı pozisyonda kalması sonrasında uyuşmanın oluşması
Müzikal bir instrumanı kullanırken yada elin parmaklarını ilgilendiren bir iş yapmada güçlük
Kavrama yada ayıklama işleminde güçsüzlük hissi
Tüm kolun iç yüzünde ağrı hissetme gibi şikayetler oluşabilir.
Bunlardan herhangi biri mevcut ise doktorunuza başvurun,erken tanı kolay tedavi seçeneklerini getirecektir.


Hastalığın tanısı koymada mevcut birçok yöntem mevcuttur. Hastadan alınan bilgi bunların en önemlisidir. Dirsek ile ilgili geçirilmiş bir sorununuz varsa doktorunuz sizden çeşitli röntgenler istiyebilir. Ayrıca elin, elbileğinin kaslarının ve sinirlerinin elektriksel yanıtını görmek üzere EMG istenebilir.
Dirseğinin üzerine düşenler
Dirsek hareketi ile ilgili işlerde çalışanlar (sekreterler, şöförler gibi)
Diabetikler
Artrit problemi olanlar veya troid problemi olanlar
Alkolikler risk altında olan kişilerdir.


Cerrahi olmayan tedavi seçenekleri
Dirseği olabildiğince düz tutarak sinirin sıkışmasını engellemek,
Gögüs üzerinde kolların çaprazlaşmasını engellemek,
Sık telefon görüşmeleri yapıyorsanız dirseği kullanmayacağınız bir sistem oluşturmak (megafonla konuşmak gibi)
Çalışma masanızı ayarlayarak dirseğin kırılmış pozisyonda kalmasını engellemek,
Geceleri kullanacağınız,kolun pozisyonunu ayarlayan ateller,
Spor esnasında dirseği koruyan dirsekliklerin kullanımı
Kortikosteroid enjeksiyonu (ödemi azaltmak üzere)


Cerrahi tedavi
Eğer konservatif tedavi ile kas güçsüzlüğü ortadan kaldırılamıyorsa yada ağrı şikayetleri sürüyorsa ileri tetkikler yapılarak cerrahi tedavi planlanmalıdır. Cerrahi de birçok yöntem mevcuttur, ancak en sık olarak anterior submuscular transpozisyon adı verilen sinirin geçtiği kemik tünelin arkasından önüne alınması olarak tarif edilebilecek işlem uygulanır. Cerrahi tedaviden sonra rehabilitasyon planlanarak elin gücünün tekrar kazanılması sağlanır.





Topuk Dikeni ( EPİN KALKENEİ )


Topuk dikeni çok yaygın bir sorundur. Topuk kemiği altında yani ayak tabanında bir kemik uzantısı oluşur. Bu uzantı ya da diken, sert tabanlı ayakkabılarla sert zeminlerde yürüyüp koşma sonucu yada artrozu olan ileri yaşlardaki kişilerde sıklıkla görülür. Ayrıca aşırı kilolularda, uzun süre ayakta durarak çalışanlarda ve bazı romatizmal hastalıklarda görülür. Ayak tabanında topuk üzerine bastırıldığında ağrı vardır.

Tedavide ortası delik topuk tabanlığı, ya da ayakkabının topuğunnu altına gelen kısmın oyulması, ağrı kesici ve enflamasyon dindirici antiromatizmal ilaçlar ve bunlara rağmen ağrı geçmezse, topuğa, kemik çıkıntısının olduğu bölgeye kortizon enjeksiyonu yapılır. Yine geçmez ise ameliyatla bu çıkıntı alınır.

PLANTAR FASİİT
Bu rahatsızlığı olan kişiler, uzun bir dinlenme süresinden sonra örneğin, sabah kalktıklarında ilk adımlarını atarken daha fazla olan, yürüdükçe azalan ancak, günün ilerleyen saatlerinde ayakta dururken yine artan topuğun tabanından ayağın iç kısmına doğru yayılan bir ağrı duyarlar.

Ayak tabanında ve deri altında, topuktan başlangıç alıp parmaklara dek uzanan yelpaze tarzında bir kalın lif tabakası vardır. Bu tabakaya plantar fasiya denilir.

Bu fasiyanın asıl fonksiyonu, kas ve kemikleri korumanın dışında, ayağa, yandan baktığınızda iç tarafındaki eğimi vermektir.

Her yaşta görülebilir, ayak tabanına gelen ve sık tekrarlayan travma, spor aktiviteleri, aşırı yürüme ve ayakta kalmayı gerektiren işlerde çalışanlarda görülebileceği gibi, kilolu ve ileri yaşlardaki kişilerde daha sık ortaya çıkar. Genellikle topuk dikeni ve plantar fasiit birlikte görülür.

Tedavide, topuğa ortası delik tabanlık, eğer ayak tabanında düzlük varsa, plantar fasia üzerindeki gerginliği azaltmak amacı ile, özel aletler ve evde plantar fasiaya yönelik germe egzersizleri verilir. Israr eden ağrılarda plantar fasia ve topuğa tabandan kortizon enjeksiyonu yapılabilir.


Hamilelik Döneminde Sigara Kullanımı


Hamilelik döneminde içilen sigara bebeği doğrudan etkiler. Sigara içen annelerin bebekleri, içmeyen annelerin bebeklerine göre daha zayıf doğmaktadır. Daha da kötüsü, nikotin bebeğinizin gelişimi için çok gerekli olan oksijeni yok edecektir. Bebeğin gelişimi tehlikeye girecektir. Doğumdan sonra bebek kilo alsa bile ileride yaşıtlarından çok daha zayıf ve daha kısa boylu olma ihtimali yüksektir. Zekasında da azalma gözlenebilir.

Sigaranın içindeki maddelerden biri olan NNK kimyasalı gebelik sırasında bebeğe geçerek onun DNA yapısını bozmaya çalışır ve ileriki yaşlarda kansere yol açar. Yani sigara içen bir kişi bozulan DNA yapısını çocuğuna da aktarır. Emziren annelerin bebeklerinin ilk idrarlarında NNK tespit edilmiştir.

İçilen sigaranın sayısı arttıkça hamile kalma süresi de o kadar uzuyor. Danimarkalı 11 bin kadın arasında yapılan araştırmaya göre günde 5-9 adet sigara içen kadınların hamile kalmak için 1 yıldan fazla bekleme oranı 1.8 kat daha fazla. Bu gecikme pasif içiciler için de geçerli.

İstatistiklere göre, sigara içen annelerin düşük yapma ve ölü doğum yapma oranı içmeyenler göre %50 daha fazladır. Ayrıca, sigara içenlerin bebekleri 21/2 oranında aniden ölüm riski taşır. Eğer hamile olmadan önce sigarayı bırakırsanız, tüm bu riskler dört ay içinde yok olacaktır.

Seviyorum Ama Dinleyemiyorum

Uzmanlara göre boşanmaya varan çatışmaların baş nedeni eşlerin birbirini dinlemesini bilmemek. Psikolog Yasemin Abdalla, 'dinleme'nin püf noktalarını yazdı.

EŞİNİZİ YETERİ KADAR DİNLEDİĞİNİZE İNANIYOR MUSUNUZ?
Çiftler arasında en az yaşanan, en az hissedilen duygu dinlenilmektir. Özellikle kadınları evlilikte ziyadesiyle öfkelendiren, erkeklerin dinlememesidir. Dinlemek ya da dinlenilmek sevgiyi, saygıyı, değeri ifade eder. Öğrenmek, anlaşılmak, yakınlaşmak için dinlemek ilişkiye değer katacaktır. Her ne kadar aşkla, sevgiyle çiftler birbirine bağlı olsalar bile yetersiz dinleme bu bağı zaman içinde zedelemektedir.

Peki evlilik için bu kadar önemli olan dinleme dinamiği nasıl kazanılır?

- Dinlemek için önce konsantre olmak yani istekli olmak gerekir. Bunun için önce dinlemeyi bozucu unsurlar kontrol altına alınmalı. Eğer konsantre olamıyorsanız; dinlemeyi bir başka zamana erteleyebilirsiniz. Kötü bir dinleyici olmaktansa bu iş için uygun zaman dilimi ayırmak çok daha etik bir davranıştır.

- Eşinizi dinlerken elinizden geldiğince cümlesini bitirmesine fırsat verin. Zira çiftler herhangi bir problemle alakalı olarak birbirleriyle konuştuklarında, henüz birinin cümlesi bitmeden diğeri konuşmaya başlar. Bu eşlerin duygu ve düşüncesini hem ifade etmesine engel olur hem de karşı tarafı rencide eder. Ötekinin konuşmasının sonucunu beklemeden yorum yapmak yanlış çıkarımlara sebebiyet vereceğinden amaçlanan sonuca ulaşmak mümkün olmaz. Dinlemek sabrı en güzel gösteren ibredir. Sabırsa eşler arasındaki ilişkiye yapılan en güzel yatırım ve emektir.

- Eşinizi dinlerken onu doğru anlayıp anlamadığınıza dair sorular sorun. Eşinizin söylediklerini ona özetleyebilirsiniz. Ayrıca tam olarak ne demek istediğini anlamaya çalışın.

Böyle davranmanın iletişimde iki büyük faydası vardır:
1- Tam bilgi aldığınızdan emin olursunuz.

2- Ona değer verdiğinizi ifade etmiş olursunuz.

- İletişimde en önemli unsurlardan biri eşiniz konuşurken o anki ihtiyacı nedir?
a) rahatlamak mı?

b) öfkesini çıkarmak mı?
c) ikna etmek mi?
d) anlaşılmak mı?
Bu şıklardan hangisine ihtiyacı olduğunu doğru anlamak gerekir. Zira eşinizin ihtiyacı bizden ne beklediğini gösteren ibre oluğundan, sonuca daha çabuk ulaşmanızı sağlar.

Yapılan araştırmalarda erkeklerin daha çok problemin çözümüne odaklandıklarını, kadınların ise sonuçtan çok anlaşılmaya değer verdikleri gözlenmiştir. Eşler, ilişkilerinde bu unsuru her zaman aklında tutmalıdır.

Psikolog Yasemin ABDALLA

MULTIPLE MYELOM

Multiple myelom, kemik iliğinin kanseridir.
Nedeni immün sistemde görevli beyaz kürelerin bir türü olan, plazma hücrelerinin kontrolsüz büyümesidir. Normalde plazma hücreleri immünglobülün veya antikor adı verilen bağışıklık sistemine ait maddeleri üretirler.
Ancak, multiple myelom da plazma hücreleri kontrolsüz bir şekilde çoğalırlar ve çok aşırı miktarda tek tip immünglobülin üretirler. Diğer tür immünglobülinlerde ise tehlikeli düzeyde azalma meydana gelir; bu durumda hasta enfeksiyonlara karşı duarlı hale gelir.
Dahası, kanser hücreleri kemiklerde ve kemik iliklerinde toplanarak, kemik dokusunu harap eden tümörler (kitleler) meydana getirirler, bu durum kemiklerin zayıflamasına ve kırıklara neden olabilir.

Multiple myelom, son derece nadir bir kanser türüdür, ABD de her 100.000 kişide 3-4 kişide görülür. Bu hastalıkta yaş önemli bir risktir, hastalık genelde 60 yaş civarında ortaya çıkar.

Diğer risk faktörleri; radyasyon, asbest, benzen ve pestisidlerdir. Hastalığın ilk başlarında herhangi bir şikayet olmayabilir.

Bununla birlikte multipl myelom geliştikçe, aşağıdaki belirtiler ortaya çıkabilir:
- Kemik ağrıları, özellikle sırt, kaburga ve bazen de kollarda. Bu ağrıların ortaya çıkabilmesi için myelom hücrelerinin sayısı kemikte harabiyet oluşturabilecek kadar çok olmalıdır,
- Sık sık enfeksiyonlara yakalanmak,
- Halsizlik,
- Kanamaların artması, özellikle burun ve dişetlerinde,
- Vücutta kolayca çürüklerin meydana gelmesi,
- Ciltte genel bir hissizlik,
- Ciddi böbrek şikayetleri,
- Tat duyusunun kaybolması,
- Bulantı ve kusma,
- Zihin bulanıklığı.

Tanının konmasında doktorunuzun şüphelenmesi, ve kan tahlilleri yönlendiricidir. Kanser hücrelerinin kemik iliğini işgal etmesine bağlı olarak, normal kırmızı kan hücrelerinin üretimi azalır ve hastada kansızlık (anemi) ortaya çıkar. Kan testlerinde ayrıca artmış immünglobülinlerden dolayı protein miktarınd artış saptanır. 24 saatlik idrarda, hastalığa yönelik anormal proteinler saptanabilir. Vücuttaki uzun kemiklerin, kafatası ve göğüs röntgenlerinin çekilmeis myelom tanısının konmasında destekleyici bilgiler verir ve kemiklerdeki zayıflamayı ortaya koyar. Plazma hücrelerinin anormal derecede arttığını ispatlamak için kemik iliği biyopsisi yapmalıdır.
Normalde plazma hücreleri kemik iliğindeki hücrelerin %5 inden daha azını teşkil ederler. Ancak myelomlu hastalarda bu oran %10-%90 arasında olabilir. Tanısal amaçla yapılan kemik iliği biyopsisinde, %30 dan fazla plazma hücresi saptanası multipl myelom tanısı koydurur. Tanı konduktan sonra, kanserin yaygınlığını saptamaya yönelik testler yapılmalarak hastalığın evresi saptanmalıdır. Evreleme karmaşık bir işlem sayılabilir ve protein düzeyine, kalsiyum seviyelerine, böbrek fonksiyonlarına ve kemik hasarına göre belirlenir.

Aşağıdaki evreleme, her klinik tarafından uygulanmıyor olabilir veya değiştirilerek uygulanıyor olabilir.
- Evre - I : az miktarda kanseri hücresi vücuda yayılmıştır ve hastada herhangi bir şikayet olmayabilir. - Evre - II : yayılım birinci evreye göre daha fazladır.
- Evre - III : çok sayıda kanser hücresi vücuda yayılmıştır.
Aynı zamanda kansızlık, kemik hücrelerinin yıkımına bağlı olarak kan kalsiyum miktarının artışı, üçten fazla kemikte tümöral kitle veya kanda M-protein adı verilen protein miktarının artışı olabilir. Hastaların yaklaşık olarak %15 i tanı konulduktan sonraki ilk üç ay içinde yaşamlarını yitirirler. Çoğu hastada ise hastalık 2-5 yıl süresinde yavaş yavaş ilerler ve durumun aniden kötüleştiği bir dönemle sona erer. Kişileri radyasyon, asbest, benzen ve pestisidlerden koruyarak multiple myelomalı hastaların sayısını bir miktar azaltmak mümkündür.

Tedavi
Eğer hastada her hangi bir belirti (şikayet) yoksa tedavi hastalık ilerleyene kadar ertelenebilir, ancak hastanın genel durumu iyi değerlendirilmelidir.
Tedavi başladığında :
- 1 veya 2 yıl boyunca sürecek 4-6 haftalık ilaç tedavileri (kemoterapi) uygulanır. Bu tedavi ile hastaların %70 inde bir miktar iyileşme ve %10 unda tam remisyon (tam iyileşme dönemi) elde edilebilir.
- belirli kemiklerin tutulduğu hastalarda radyasyon tedavisi uygulanabilir.
- ciddi enfeksiyonların oluşmasının engellenmesi için intravenöz (damar içine) immünglobülin verilebilir. - kemik iliği transplantasyonu. Bu tedavi 65 yaşın altındaki hastalarda ve özellikle hastalığın ilk başlarında fayda sağlayabilir.
- ancak yukarıda açıklanan tedavi yöntemlerinden herhangi birinin hastaları tam olarak tedavi edebileği kesin değildir, ancak bu yöntemler hastaların uzun yıllar yaşamasına katkıda bulunabilir.
Eğer sizde sık sık enfeksiyon gelişiyorsa, kemik ağrısı, sık burun kanaması, küçük bir kesik sonucu uzun süreli kanama, kolay çürük oluşumu ve anormal derecede halsizlik şikayetleriniz varsa vakit geçirmeden hekiminize müracaat edin.
Özellikle 50 yaşın üzerindeki kişiler bu tür şikayetler konusunda dikaktli olmalıdır. Multipl myelomlu hastaların %29 u tanı konulduktan sonra 5 yıldan fazla yaşamaktadırlar.
Ancak multiple myelomlu her hangi bir hasta için 5 yıllık yaşam süresi, hastalığın evresine bağlıdır:
- Evre I : %25 - %40
- Evre II : %15 - %30
- Evre III : %10 - 25

Vejetaryen Beslenme

Vejetaryen beslenme genel olarak et yememek olarak bilinse de kendi içinde bir çok çeşide ayrılır. Veganlar hayvansal hiç bir gıdayı yemezler, bunlara süt, peynir ve bal gibi gıdalar da dahildir. Lakto-, ovo-, lakto-ovo vejetaryenlerin yiyecek grupları Latince kelimelerden anlaşılır. Lakto süt, ovo ise yumurta demektir. Lakto vejetaryenler süt ürünleri, ovo vejetaryenler yumurta, lakto-ovo vejetaryenler ise süt ürünleri ve yumurtayı birlikte tüketebilirler.

Makrobiotik beslenme Çin tedavi yöntemleri ile aynı felsefeyi paylaşır. Makrobiotik olarak beslenen insanlar işlenmemiş yiyecekleri tüketir ki bunlara un ve tatlandırıcılar da dahildir. Diğer bir vejetaryen sınıfı fruteryen olarak adlandırılır. Bu kişiler sadece bitkisel kaynaklı, bitkiye zarar vermeden elde edilmiş ürünleri yerler. Bu çeşit beslenmede yenebilecek ürünlere bir kaç örnek meyve, kuruyemişler ve çekirdeklerdir. Bunlara ek olarak zaman zaman vejetaryen beslenmeyi seçenler de vardır. Gittikçe artan vejetaryen yanlısı sağlık haberlerinin bu gelişmede büyük payı olduğu kaçınılmaz.

Hayat tarzı olarak vejetaryen beslenme:
Eğer vejetaryen olmak istiyorsanız ve çeşidine karar veremiyorsanız, neden vejetaryenliği çekici bulduğunuza karar vermeniz gerekir. Her yeni vejetaryen motivasyonlarını düşünüp hayat tarzına en uygun düşeni seçmeye dikkat etmelidir. Vejetaryen beslenmede en önemli problem alınan protein miktarında azalma olarak dile getirilir. Hayvansal gıdalardaki proteinler tam proteinler olarak adlandırırlar ve insan vücudu için gerekli olan bütün amino asitleri içerirler. Bitkisel proteinler ise gerekli olan amino asitlerin hepsini içermezler. Bu yüzden bir kaç bitkisel gıdanın birleşimiyle gerekli protein bütünlüğü sağlanır. Bu tür birleşimin klasik örneği arpa, çavdar, yulaf gibi tahıllar mercimek, fasulye ve bezelye gibi baklagillerle eşleştirilir ve böylece tam protein elde edilmiş olur.

27 Eylül 2007 Perşembe

Migren İçin Öneriler

Gerekli olanlar:

Defne yaprağı, Oğul otu, Fesleğen Kullanılışı: 2 su bardağı kaynar su içerisine birer tatlı kaşığı hafif ezilmiş defne, oğul otu ve fesleğen koyularak 15 dakika demlenecek.
Ilık olarak yudumlayarak yavaş yavaş içilecek.
Şeker hastalığı olmayanlar bir kaşık bal ile tatlandırabilirler. Günde 2-3 bardak içilebilir. Düzenli olarak en az 1 ay devam edilmelidir.
Gün içerisinde çay kahve yerine adaçayı, ıhlamur, oğul otu bitki çayları içilmesi faydalıdır. Çay, kahve, sigara, alkol mümkün olduğunca kullanılmamalıdır.

Anaokulu Seçerken

Çocuğunuzu anaokuluna başlatmaya karar verdiniz. Ona verebileceğiniz en güzel hediyenin "okul öncesi eğitim" olduğunun farkındasınız.

Çocuğunuzu 1 gün bile herhangi bir insana emanet edemeyeceğinize göre,1 yıl boyunca devam edeceği anaokulunu seçerken de herhangi bir kuruma emanet edemezsiniz. Hatta 3-5 yakın akrabanızdan birine kısa bir süre emanet etmeniz gerekse bile seçici davranır, çocuk sevgisi ve merhameti yüksek,emanet ve adalet duygusu gelişmiş, temiz, titiz ,cömert olanı hangisi ise ona emanet edersiniz.

Peki, anaokulu seçerken nasıl bir yol izlemeliyiz?

1-MEKAN:
Öncelikle vakit ayırıp ,okulu( mümkünse eğitim saatlerinde) iyice gezmek şart.Temizlik,estetik ,güvenlik konularında gözlem yapıp mekan hakkında fikir sahibi olun.Bu ilk yapacağınız iş olup çok önemlidir fakat tek başına yeterli ve EN önemli husus değildir. Neticede güçlü bir sermaye ile etkileyici bir mekan tanzim edilebilir ve siz yavrunuzu altın bir kafese koyabilirsiniz.Mekanda önemli olan hususlar, ev ortamı kadar sıcak,okul ortamı için elverişli, tertemiz ,yeterli oyun gruplarına ve güvenlik tedbirlerine sahip olmasıdır.

2-İDARİ PERFORMANS :
Mekanı genel olarak beğendiniz,şimdi ikinci aşamada okulun idari performansı hakkında kanaat sahibi olmak gerekir.Yavrunuzu emanet edeceğiniz kurumun/kişinin idari performansı karakteri ve hayat felsefesi, yüksek fedakarlık isteyen bu sektöre uygun olmalı,hizmet heyecanı daima ticari hesapların üstünde olmalıdır.Tabii yarım saatlik bir görüşmede bunun tespiti zor.Bu nedenle bazı somut göstergelerin de iyi okunması gerekir:

A)Referans: Öncelikle bu okulda çocuğu olan “fikrine güvendiğiniz” bir velinin tavsiyesi
B)Okulun yaşı ve mevcut öğrenci sayısı :Okula olan güven konusunda bir anlam ifade edebilir.
C)Okul ücretlerinin pahalı yada ucuz değil makul seviyede olması iyi bir göstergedir.
D)Şeffaflık: Velilerin evden yada işyerinden okulu izleyebilecekleri kamera sisteminin olması "çocuğum kapalı kapılar ardında ne durumda" diye merak eden duyarlı veliler için şeffaflık adına önemli bir özellik,okul idaresi için de tüm sınıfları aynı anda denetleme imkanıdır.Ayrıca zamanımızda iyi tanzim edilmiş sıkça güncellenen bir web sitesi mutlaka olmalıdır.Şeffaf olma gayreti iyi niyetin ve iyi hizmetin en önemli göstergesidir.
E) Resmi Makamlardan ruhsatlı olması:Günümüzde birçok denetimsiz korsan anaokulu vardır.Milli Eğitim' e bağlı okullar oldukça iyi denetlenmektedir.
F)Eğitim Kadrosu: Okulun mutlaka iyi bir danışman psikologu olması önemlidir. Öğretmenlerin çocuk gelişimi diploması olması ve pozitif şahsiyetli,ahlaki seviyesi yüksek olması ve işinin ehli olmaları esastır.

3-YEMEK:
Yemekler çocuk gelişiminde ve güvenliğinde önemli bir yer tutar.Öncelikle gıdada güvenilir markalar,alışverişte güvenilir işletmeler tercih eden bir anlayışın aranması gerekir.Çocuğun doyması önemli ama sağlıklı beslenmesi çok daha önemlidir.Velilerin arasıra yemek vakti okula gelip misafir olmaları bu konuda kanaat edinmek için iyi bir yöntemdir.

4-SERVİS:
Okul öncesi servisleri en zahmetli ,en dikkat isteyen servislerdir.Bu konuda "güvenlik" en önemli unsur olduğu için servis araçlarının yeni olması,sürücülerin ve servis hosteslerinin yetenekli olması gerekmektedir.Veliler için eve en yakın anaokulu tercih nedenidir.Ancak ,servis ücretini ve hergün serviste geçen 20-30 dakikayı hesaplarken,yavrunuz için epeyce ücret ödemiş olduğunuz koca bir eğitim dönemini çöpe atmış olabilirsiniz.

Spastisite

Spastisite, kas gerildiğinde meydana gelen, anormal kas tonüsü artışına neden olan bir nörolojik durumdur. Spastik kaslar, kullanım sırasında normal gerilmeye karşı dirençlidir ve uzun sürelerle anormal şekilde kasılmış durumda kalabilir.

Kimde spastisite olur ?
Spastisite, motor yolların kimi kısımlarına, sinir sisteminin istemli hareketleri denetleyen bölgelerine hasar veren nörolojik bozukluklarda meydana gelebilir. Spastisiteye en sık olarak yol açan bozukluklar serebral palsi, omurilik yaralanması, mültipl skleroz, inme ve travmatik beyni hasarları, sözgelimi oksijensizlikten, fiziksel travmadan, kanamadan ya da infeksiyondan dolayı oluşan hasarlardır.

Spastisiteye yol açan nedir ?
Adaleler, gevşemiş durumla kalmaları (fleksiyona geçmemeleri) gerekirken kasılmalarına (kısalmalarına ya da fleksiyona geçmelerine) neden olan yanlış sinir sinyalleri aldıkları zaman spastisite meydana gelir. sinyallerin doğru kontrol edilememesi, beyindeki ya da omurilikteki bir hasardan kaynaklanır.

Spastisiteyi tetikleyen nedir?
Spastisite her zaman mevcut olmayabilir. Hızlı hareket ya da duyusal uyarım sonucunda ortaya çıkabilir. Spastisite tedavisinin önemli bir yönü, bu durumu tetikleyebilecek uyaran (stimulus) tiplerinin, örnek olarak ağrı, basınç yaraları (uzun süre yatma/ oturmayla oluşan yaralar), idrar yolu infeksiyonu, ayak tırnağının geri dönmesi (batan tırnak), sıkı giysiler ve kabızlık gibi uyaranların asgariye indirilmesidir.

Spastisiteyle ilişkili hareket problemleri nelerdir?
Spastisitenin şiddeti, hafif kas sertliğinden deformiteye ve kontraktür denilen kalıcı adale kısalmasına kadar değişebilir. Dinamik (spastisitenin indüklediği) kontraktür denilen olay çoğu zaman ilaç tedavisiyle azaltılabilir. Bu durum tedavi edilmezse, dinamik kontraktürün yerini sabit (fikse) kontraktür alabilir, bu durumda adalede oluşan hücresel değişiklikler adalenin kalıcı şekilde kısalmış olarak kalmasına yol açar. Bu durum ancak cerrahi girişimle tedavi edilebilir. Klonüs ya da hızlı, yinelenen kas spazmı da oluşabilir.
Spastisite, özellikle eğer eklemleri anormal pozisyonlara çekiyorsa ya da normal hareket açıklığını engelliyorsa ağrı verebilir. Spastisite herhangi bir kas grubunu etkileyebilmekle birlikte, bazı sık rastlanan klinik örüntüler vardır.

Spastisitenin komplikasyonları nelerdir?

Günlük yaşam etkinlikleri: Kasların bağımsız olarak kontrol edilememesi, giyinme, yemek yeme ve kişisel bakım gibi günlük yaşam etkinliklerinde çekilen güçlüğün artması anlamına gelebilir.

Temizlik: Sert, kısalmış ya da spastik kaslar avuç içi, koltukaltı ya da kasık gibi bölgelere ulaşmayı engelleyerek temizliği zorlaştırabilir. Kötü koku ve ciltte bozulma meydana gelebilir. Büyük ve küçük aptese çıkmak güçleşebilir.

Hareketlilik: Bacak kaslarındaki spastisite hareketliliği, oturup kalkmayı ve yataktan tekerlekli sandalyeye geçmeyi ya da bunun aksini yapmayı zorlaştırabilir.

Rahatlık: Spastisite rahat şekilde oturmayı ya da eklem ağrısını ya da basınç yaralarını önlemek için yeterli sıklıkla pozisyon değiştirmeyi güçleştirebilir. Ayaklardaki spastisite ayakkabıların ayağa rahat oturmasını engelleyebilir. Ciddi spastisite ağrılı eklem kaymalarına neden olabilir.

Spastisite tedavi edilebilir mi?
Evet, ama bazı vakalarda hiçbir tedavinin gerekli ya da arzu edilir olmadığını belirtmek önemlidir. En iyi tedavi sürecini belirlemek için, bir tıp profesyoneli tarafından değerlendirme yapılması kritik önem taşır.

Spastisite için kullanılabilecek birkaç tip tedavi vardır. Bunların en önemlisi, bir fizik tedavi uzmanının önereceği germe egzersizlerinin düzenli olarak yapılmasıdır. Kontraktür gelişiminin erken evresinde yapılacak düzenli germe egzersizleri (“hareket açıklığı egzersizleri”) kalıcı kısalmanın önlenmesine yardımcı olabilir. Bu, spastisite bulunan bazı kişiler için gerekli olan tek tedavidir. Vücudun birkaç bölgesini etkileyen spastisite için kullanılabilecek kas gevşetici ilaçlar vardır, bunlar ağız yoluyla alınır ya da omurilik sıvısına şırınga edilir.
Aşırı aktif kası zayıflatan ya da felç eden ilaçların (kemodenervasyon ajanlarının) lokal injeksiyonları daha izole durumdaki spastisite için etkili olabilir. İlaçlarla ya da injeksiyonlarla etkili şekilde tedavi edilemeyen ciddi spastisite, omurgadaki bazı aşırı aktif sinirlerin cerrahi yolla yıkımına yanıt verebilir. Kontraktür, tendonların uzamasına olanak veren seri olarak kalıba almayla (serial casting) ya da gerekirse ortopedik cerrahiyle tedavi edilebilir.

Bu Egzersizlerle Bacaklarınızı Güzelleştirin.

Mutlaka harika biçimli bacaklara sahip olmanız gerekmiyor. Bakımlı bacaklar da yeterince güzel ve dikkat çekici görünüyor...

Dizlerin, baldırların ve ayak bileklerinin kalın ve dolgun oluşu, genellikle kalıtımsal faktörlere bağlıdır. Dolaşım sorunları veya şişmeler bu problemin daha da kötü boyutlara varmasına neden oluyor.


Ancak çok az bitkisel yağ ile bol miktarda lifli besin içeren, alkol ve tatlı tüketiminin sınırlı olduğu, vitaminler ve mineral tuzlar açısından zengin bir beslenme pek çok şeyi değiştirebilir. Taze meyve ve sebzenin de güzel bacaklara sahip olmak için şart olduğunu unutmayın. Bilinçli beslenmeyle selülitten kurtulup, biriken yağlarınızı yakabilir ve şişliklerin indiğini gözlerinizle görebilirsiniz.

Güzel ve bakımlı bacaklar için egzersiz
Bacaklarınızı kuvvetlendirecek en iyi egzersiz seçenekleri; bisiklet, yürüyüş, koşma ve yüzme. Bu sporları düzenli olarak yaptığınızda bacaklarınızın biçimlendiğini fark edeceksiniz.

1- Yere uzanıp yan dönün. Ağırlığınızı poponuzla baldırınıza verin. Sol dizinizi kendinize çekin. Ayak tabanınız yere değmeli. Sağ bacağınızı iyice uzatın. Ayak parmaklarınız dışarıya bakmalı. Bacağınızı 10 kez aşağı yukarı hareket ettirip, diğer yanınıza dönün.

2- Yüzüstü uzanın, ellerinizi çenenizin altında birleştirin. Bacaklarınızı yukarıya kaldırın ve makas şeklinde hareket ettirin. Egzersizi 30 kez tekrarlayın.

Panik Atağı ve Panik Bozukluğu

Birden ortaya çıkan, giderek yoğunlaşan, kişiyi yoğun endişe ve korku içine sokan, zaman zaman tekrarlayan nöbetlere panik atağı denir.

PANİK ATAĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR?
.Çarpıntı, kalp atışlarını hissetme ya da kalp hızında artış
.Terleme
.Titreme ya da sarsılma
.Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma duyumları
.Soluğun kesilmesi
.Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi
.Bulantı ya da karın ağrısı
.Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma
.Kendisini ya da çevresini değişmiş, sanki dışarıdan kendisini gözlüyormuş gibi hissetme
.Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu
.Ölüm korkusu
.Uyuşma ya da karıncalanma hissi
.Üşüme ürperme ya da ateş basmaları

Bu yakınmalardan en az dördü birden başlar, 10 dk içinde en yüksek düzeyine ulaşır ve bu sırada yoğun bir korku ve rahatsızlık duyulur.

PANİK ATAĞININ ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
Panik atağı tetikleyici bir durum olup olmadığına göre üçe ayrılır.
1.Beklenmedik panik atakları; birden kendiliğinden ortaya çıkar.
2.Duruma bağlı panik atakları;hemen her zaman bir tetikleyici ya da böyle bir beklenti,ile ortaya çıkar.(örn:yılan görmek,kapalı yerde kalmak)
3.Durumsal yatkınlık gösterilen panik atakları; daha çok bir tetikleyici ile ortaya çıksa da her zaman duruma bağlı tetikleyici buna eşlik etmez.
Örneğin ataklar araba sürerken ortaya çıkmaktadır ancak kişinin araba sürdüğü ancak panik atağı olmadığı zamanlar da vardır.

PANİK BOZUKLUK
Yineleyen, beklenmedik panik atakları ve en az bir ay süre ile başka bir panik atağı geçireceğine ilişkin sürekli bir kaygı duyma; Panik ataklarının sonunda kalp krizi geçireceği,çıldıracağı, felç geçireceği gibi düşüncelerle sürekli meşgul olma; Ataklara ve sonuçlarına bağlı olarak davranış değişiklikleri gösterme (işe gitmeme,otobüse binmeme, yanında ilaç taşıma vb.) gibi belirtilerin görüldüğü ruhsal hastalıktır.

PANİK BOZUKLUĞU NASIL OLUŞUR?
Bir neden yokken ortaya çıkan çarpıntı, terleme, titreme, göğüs ağrısı gibi belirtiler nedeniyle kişi büyük bir korku yaşar. Kalp krizi geçirdiğini, felç geçirdiğini düşünerek ölüm korkusuna kapılır. Bazen de sersemlik, bayılma hissi kendisini ve çevresini bir tuhaf hissetme gibi nedenlerle çıldıracağı, denetimini yitirip kendisi ya da çevresine zarar vereceği kaygısına kapılır. Hasta çevredekiler tarafından hemen en yakın acil servise götürülür, orada yapılan tetkikler sonucunda bir şey bulunamaz ve bir şeyi olmadığı söylenir.
Hasta bir süre tatmin olur ancak ataklar tekrarlamaya başlar ve her atakta aynı şeyler yaşanır. Her yapılan tetkik kişinin hastalığı ile ilgili kaygısını geçici olarak yatıştırsa bile zamanla bedensel kaygıların daha da yoğunlaşmasına neden olur. Kişi kendisinde kötü bir şey olduğuna, ancak doktorların bunu bulamadığına daha ayrıntılı tetkik yapılsa durumun anlaşılacağına inanmaya başlar ve doktor doktor dolaşır. Bu arada bulunan önemsiz fizik muayene ve laboratuar bulguları kişinin o konuya saplanmasına yol açar. Bazen de yanlış tanı konularak gereksiz tedaviler uygulanır. Bazen de hekimler hastayı rahatlatmak düşüncesi ile sinirlerin gerilmiş, kansız kalmışsın, çok yorulmuşsun gibi açıklamalar ile anlamsız reçeteler düzenler, çeşitli sakinleştirici ilaçları gelişi güzel verirler. Bütün bunlar hastanın kafasının daha da karışmasına yol açar. Ataklar sürdükçe kişi, ataklar arasında gergin,huzursuz ve endişeli bir biçimde her an yeni bir panik atağının geleceğini beklemeye başlar, buna beklenti anksiyetesi denir. Ataklar sıklaştıkça korkular pekişir. Evde yalnızken ya da sokakta kalp krizi geçireceğinden, hastaneye yetişemeyeceğinden, kontrolünü kaybedip çevresine zarar vereceğinden, herkese rezil olacağından korkmaya başlar ve bunlardan yoğun bir üzüntü duyar. Bir süre sonra bu kaygılara karşı kişi kendince önlemler almaya başlar. Atağa yol açtığını düşündüğü yemekleri yemez, içecekleri içmez, yalnız kalmamaya sokağa yalnız çıkmamaya çalışır, otobüse, vapura binmez, yanında ilaç, su taşır hastaneye yakın yerlerde bulunmaya çalışır.

AGORAFOBİ NEDİR?
Agorafobinin anlamı açık alan korkusudur, ancak panik bozukluğunda farklı bir anlam kazanmıştır.Hastaların çoğu atakların ortaya çıktığı yer ve durumlardan kaçmaya başlar. Panik atağı geçireceğini düşündükleri yerlere gitmemeye o tür yerlerde kalmamaya agorafobi adı verilir.

PANİK BOZUKLUĞU GÖRÜLME SIKLIĞI
Panik bozukluğu görülme sıklığı %3-4'dür. En sık 20-35 yaşlarında başlar, kadınlarda erkeklere göre 2-3 kat fazla görülür.

PANİK BOZUKLUĞU NEDEN OLUŞUR?
1. Panik bozukluğu beynimizdeki sinir hücrelerinde iletişimi sağlayan ve duygusal yaşantımızı düzenleyen bazı biyokimyasal maddelerin düzensiz çalışması sonucu oluşur. Bu maddelerden en önemlisi serotonindir.
2. Panik bozukluğu günlük yaşantımızda doğal ve olağan olarak ortaya çıkan çeşitli fiziksel belirtilerin zihinsel çarpıtmalar nedeniyle yanlış yorumlanması sonucunda oluşur.

PANİK BOZUKLUĞUNDA TEDAVİ
Panik bozukluğu tedavisi mümkün olan bir hastalıktır.
1.İlaç tedavisi: İlaçlar beyindeki nörotransmitter dediğimiz maddelerin düzensiz çalışmasını gidererek yararlarını gösterirler. Bu konuda kullanılan ilaçlar etkilerini 15-20 günden önce göstermezler, hatta başlangıçta olumsuz yan etkilere yolaçabilirler. Tedavinin yaramadığı düşüncesi ile doktor doktor dolaşmak hastalığın kronikleşmesine yol açar.İlaç tedavisi etkin dozda en az bir yıl sürdürülür ve kesilirken yavaş yavaş azaltılarak kesilir.
2.Bilişsel davranışçı tedaviler: Bu tedavide amaç panik atağı hakkında kişinin zihninde ürettiği yanlış bilgilerin, zihinsel çarpıtmaların düzeltilmesi ve panik atak belirtileri ile korkmadan baş edebilmesinin sağlanmasıdır.

Panik atağını tekrar yaşarsam endişesi ile belli durumlara karşı kaçınma reaksiyonu ortaya çıkan hastaların, belli bir plan dahilinde korkularının üzerine gitmesi amaçlanır. Alıştırmalar ve ev ödevleri ile kişi duyarsızlaştırılmaya çalışılır.

26 Eylül 2007 Çarşamba

Hemoroid (Basur) İçin Öneriler


Gerekli olanlar:

Civanperçemi, meyan kökü, kırmızı kantaron otu, kudret narı. Kullanılışı: 3 su bardağı kaynar su içerisine birer tatlı kaşığı ezilmiş veya toz halinde civanperçemi, meyan kökü ve kantaron otu koyularak 20 dakika demlenecek. Sabah, öğlen, akşam aç iken bir su bardağı içilecek.

Günde 1 defa aç iken bir kaşık kudret narı yenilecek veya su ile içilecek. Düzenli olarak 1 ay devam edilmelidir.

(Şeker hastalığı olanlar Meyan kökünü kullanmamalıdır.)

Naylon Ayakkabı Giymeyin!


Hava sıcaklıklarının artmasıyla ortaya çıkan mantar hastalığının, yanlış giysi ve ayakkabı seçiminden kaynaklandığı belirtiliyor.

Mantarın, sıcak ve nemli ortamlarda çok hızlı bir şekilde yayılma ve bulaşma özelliğine sahip olduğunu söyleyen Dermatoloji Uzmanı Prof. Dr. Aktaş; yaz döneminde vücutta baskı oluşturup terlemeye neden olabilecek naylonsu ve dar giysilerin kullanımından uzak durulması gerektiğini vurguluyor.
Ayak mantarlarına karşı ayakkabı seçiminin de çok önemli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Aktaş, şu bilgileri veriyor:
"Ayakları terletecek naylonsu ayakkabı kullanılmamalı ve başkasına ait terlik veya ayakkabı giyilmemeli. Ayrıca ayakta mantarın oluşmaması için ayakların nemli kalmaması gerekiyor. Yaz aylarında sandalet tipi ayakkabılar kullanılmalı, ter emen çoraplar giyilmeli ve ayaklar yıkandıktan sonra iyice kurulanmalı. Başkasına ait iç çamaşırı ve havlu gibi eşyalar da kesinlikle kullanılmamalı.
Çünkü mantar çok çabuk bulaşır!"

Batık Tırnak

Ayak baş parmaklarımda tırnak batması var, sürekli iltihaplanıyor ve ağrı yapıyor.
Bunun doğal yollardan bir tedavisi var mıdır?

Bir kova sıcak suya yarım kase nane ve 20 gram kafur atıp kaynatın.
İyice kaynadıktan sonra bir süre ılıklaşmasını bekleyin.
Bu suda ayaklarınızı 30 dakika bekletin.
Ardından bir çorba kaşığı vazeline beş dövülmüş aspirin karıştırıp, masaj yaparak ayaklarınıza sürün.

Ama bir uzmana görünmeyi de ihmal etmeyin.

Suna Dumankaya

25 Eylül 2007 Salı

Emzirme Döneminde Doğum Kontrol Yöntemleri

Emzirme sirasinda salgilanan hormonlar annenin rahim adelesinin kasilmasini rahimin küçülmesini ve kanamanin azalmasini saglar. Emzirme anne ile bebek arasindaki iletisim ve bebegin psikososyal gelisimi için de önem tasir.
Bu dönemde yeni dogan bebegi ile ilgilenmek isteyen anne için yeni bir gebelik düsüncesi ürkütücü olmaktadir.Emzirme döneminde dogurganlik (fertilite) azalir. Dogumdan sonra dogurganlik (fertilite) nin yeniden kazanilmasi emzirme süresi, sikligi adetin baslamasi ile ilgilidir.Ovulasyon(yumurtlama) genellikle ilk adetten birkaç hafta sonra baslar. Bebek anne sütü aliyorsa 6 ila 8 ay koruyabilir.
Fakat bebek ek gida(mama) aliyorsa dogumdan sonra 3. haftadan itibaren korunma yöntemi uygulanmalidir. Emziren kadinlarda bu risk % 1-2 den az olmakla beraber ilk adetten önce ovulasyonun baslayabildigi de gösterilmistir.

Emzirme döneminde adet olamama (amonere) gebelikte korur mu ?

Emzirme veya pompa ile sütün sagilmasi yumurtlama ve yumurtlama gelisimini baskilayan prolaktin hormonunu arttirir ve gebelikten koruyabilir.
Dünya saglik örgütünün yaptigi çok merkezli bir çalismada ; bebek sadece anne sütü ile besleniyorsa, 6 aydan küçükse, annenin adeti baslamamissa %98,1 oraninda gebelikten korudugu gösterilmistir.
Gündüz ve gece emzirme olmalidir(günde en az 6 kez). Bu yöntem çalisan annelerde basarili degildir.
Bebege 6. aydan sonra ek gidalara baslanmasi ile emzirme devam etse de koruyuculuk azalir.

Bariyer yöntemi ;

Basarisizlik orani %10 civarindadir. Prezervatif kullanimi gebelikten korudugu gibi cinsel yolla bulasan hastaliklardan da korur. Diafram (Vajinaya uygulanan esnek kap) dogumdan sonra 6 haftadan önce kullanilamaz. Vaginal tablet (spermisit) kullanimi emzirme döneminde olusan vaginal kurulugu arttirir.

Hormonal Yöntemler ;

Dogum kontrol haplari(kombine haplar) : Östrogen ve progesteron içerirler. Yapilan çalismalarda bu haplarin östrogen içeriginin süt miktarini azalttigi gösterilmistir. Östrogen içerdigi için gebelikte olusan kanin pihtilasma egilimi nedeniyle damar tikanikligi riski tasir dogumdan sonra 6 haftadan önce baslanmamalidir.
Anne emzirmese bile dogum kontrol hapina baslamak için en az 6 hafta beklenmelidir.

Sadece progesteron içeren dogum kontrol haplari : Dogumdan 6 hafta sonra baslanmalidir. Emzirme döneminde güvenle kullanilabilir.

Progesteron Içeren Igne (3 aylik igne) : Uzun yillardir denenmistir. Yan etkisi yoktur sütü az da olsa arttirdigi saptanmistir. Adet görmemeye neden olur ve bu durum igne kesilince düzelir.

Aylik Igneler : Östrogen içerdigi için sütü azaltir ve bu emzirme döneminde kullanim konusunda yeterli bilgi yoktur.

Implant : Kolda cilt altina uygulanan hormon içeren yaklasik 3 cm lik çubuk seklinde bir yapidir. Üç yil koruyuculugu vardir. Süte geçen az miktarda hormon bebegi etkilemez. Adet görmemeye neden olabilir.

Rahim içi araç (spiral) : Basarisizlik orani % 1-3 olarak saptanmistir. En erken dogumdan 4-6 hafta sonra uygulanabilir. Daha erken uygulanirsa rahim kasilmalari ile atilabilir. Hormonlu veya bakirli spiral uygulanabilir. Hormonun vücuda geçisi çok azdir ve sütü etkilemez.

Cerrahi Yöntem : Kalicidir. Erkek kisirlastirilmasi (vazektomi) anne sagligini ve emzirmeyi etkilemeyen , kolay, riski olmayan daha ucuz bir yöntemdir. Kadinin kisirlastirilmasi batin boslugu açildigi için enfeksiyon, kanama, karin içi organlarda yaralanma riski tasir ve genel anestezi gerektirir. Dogum sonrasi göbek altindan veya sezaryende uygulanimi emzirmeyi etkilemez.

Sonuç olarak emzirme döneminde uygulanacak dogum kontrol yöntemi seçimi bir çok faktöre baglidir. Bunlar önceden kullanilan alisilmis metod, gelecekte çocuk istegi, esin katilimi, emzirme durumu gibi faktörlerdir. Hangi yöntemin uygun oldugu bu faktörlere göre belirlenmelidir.

Bel Sağlığı İçin 100 Tavsiye


1- Herhangi bir ağırlığı taşımanız gerekirse yükü vücudunuza simetrik olarak paylaştırdıktan sonra taşıyın.
2- Cisimleri bir yerden başka bir yere taşırken belinizin eğik değil de dik pozisyonda olmasına dikkat edin.
3- Ağır bir yükü kaldırmayı denemeyiniz. Kaldırmak zorundaysanız başkalarından yardım isteyin.
4- Hafif dahi olsa yerden bir cismi alırken dizlerinizi kırın ve çömelerek alın. Belden eğilmeyin. Yükü belinizle değil, bacaklarınızla kaldırın.
5- Bir eşyayı alırken ona doğru uzanmayın, yanına iyice yaklaşınız ve öyle alın. Bir cismi yerden alırken de önce onu bedeninize doğru yaklaştırıp sonra yükseltin.
6- Bir eşyayı taşırken de onu gövdenize yakın tutun. Taşınacak eşya vücudunuza ne kadar yakın olursa omurganıza binen yük o kadar azalacaktır.
7- İki kişi iseniz ve bir eşyayı iki ucundan tutarak taşımanız gerekiyorsa, birbirinize haber vermeksizin eşyanın bir ucunu asla bırakmayın.
8- Bir cismi kaldırmadan önce onun ne derecede ağır olduğunu tahmin etmeye çalışın, ondan sonra yaklaşın. Kaldırma işlemine geçmeden önce cismi hafifçe yoklayarak bir kez de test edin ve ağırlığı hakkında tam bir fikir edindikten sonra kaldırın.
9- Cisimleri bedeninizle değil de önce beyninizle kaldırdığınızı unutmayın. Bunun için ağır bir yükü mutlaka kaldırmanız gerekiyorsa, haltercilerin yaptığı gibi çok iyi konsantre olun. Kaldırırken yavaş ve temkinli hareket edin, ani hareketlerden kaçının. Adalelerinize ani yük bindirmeyin. Kaldırma esnasında karın kaslarınızı kasarak bütün kas gruplarınızı aynı anda çalıştırın. Karın ve sırt adalelerinizin kasılması omurganızı destekler.
10- Ağır bir yükü belinizden daha yükseğe kaldırmayın. Hele bu yükü başınızdan yukarı kaldırmayı denemeniz tam bir felaket olabilir.
11- Ayakta iken belinizi sağa veya sola doğru rotasyon yaptırıp eğilerek yerden bir şey almayın.
12- Yük elinizde iken dönmeniz gerekiyorsa belinizle değil, ayaklarınızın yerini değiştirerek dönün.
13- Beliniz geriye doğru eğilmiş vaziyetteyken sırtınıza ağırlık yüklemeyin. Mutlaka yüklemeniz gerekiyorsa dizleriniz biraz kırılmalı ve vücudunuz öne doğru hafif eğik olmalı.
14- Ağır bir cismi bir yerden bir yere çekerek veya iterek tek başınıza götürmeyin.
15- Bir cismi taşırken ayaklarınızın yere sağlam basması gerekir. Her iki ayağınız arasındaki mesafe de yaklaşık omuz genişliğinde olmalı ve ayak uçlarınız dışa bakmalı.
16- Sandalye veya koltukta otururken dik bir pozisyonda olmaya gayret edin ve bunu alışkanlık haline getirin. Bu esnada diz eklemlerinizin kalça eklemlerinden daha yüksekte bulunmasında, ayak tabanlarının yere temas ederken düz konumda olmasında ve yere rahatça basmasında yarar vardır. Otururken zaman zaman pozisyon değiştirmeniz de iyi olur.
17- Yumuşak, alçak ve derin koltuklarda oturmayın. Stabil olmayan bozuk koltukların ve yumuşak iskemlelerin belinizi tehdit ettiğini unutmayın. Kol konacak sandalye ve koltukları tercih edin.
18- Sandalyede otururken ayaklarınızın altına bir basamak çekerseniz daha rahat edersiniz.
19- Abdest alırken, dişlerinizi fırçalarken ya da elinizi, yüzünüzü yıkarken lavaboya doğru eğilmeyin; belinizi olabildiğince dik tutmaya gayret edin. Bu yüzden evinizdeki lavaboların mümkünse biraz daha yüksekçe yapılmasını sağlayın.
20- Her gün ez az 15 dakika yürüyün. Yürüme mesafesini giderek artırın.
21- Bir defa bel rahatsızlığı geçirmiş ve iyileşmişseniz, uzman doktorunuz size vereceği egzersizleri aksatmadan yapın. Çünkü düzenli egzersiz yapanlarda ağrının tekrarlaması daha seyrek görülür. Kronik ağrısı olan hastalar hafif ağrılı dönemde bile egzersizlerden yararlanırlar.
22- Sağlıklı olsanız bile her gün kaslarınızı güçlendirici egzersizler yapın. Karın, sırt ve kalça adalelerinin vücudun tabii korsesi olduğunu unutmayın.
23- Egzersizleri, altında sunta veya tahta bulunan halı veya battaniye gibi sert bir zemin üzerinde yapın.
24- Egzersiz hareketlerinin sayısını gün geçtikçe yavaş yavaş artırın. Başlangıçta aşırılığa kaçmayın.
25- Spor veya egzersiz yaparken ani ve zorlayıcı hareketlerden kaçının.
26- Spor veya egzersize başlamadan önce mutlaka ısınma hareketleri yapın.
27- Egzersiz sonrasında şiddetli ve 15 dakikadan fazla süren bir rahatsızlık ortaya çıkarsa uzman doktora danışın. Bir saati geçen rahatsızlık söz konusu ise o hareketi yapmayın.
28- Günlük yaşantınızda ani hareketlerden sakının. Özellikle yataktan veya koltuktan kalkarken ani hareket yapmayın.
29- Sandalyeden kalkarken bir ayağınız diğerinin önünde olmalı, bacak kaslarınız ve kollarınızın yardımıyla kendinizi yukarıya doğru iterken sırtınız dik pozisyonda bulunmalı.
30- Yüksek iskemlelerde veya benzeri yüksek yerlerde oturmak bele binen yükü artırır. Bundan kaçının. 31- Televizyon seyrederken veya herhangi bir gösteriyi izlerken koltukta sırtımızı kamburlaştırmak rahatsızlıklara yol açar.
32- Her gün beyaz peynir ve bir tabak yoğurt yemeyi yada bir bardak az yağlı süt içmeyi adet haline getirin Güneş ışığından yeterince istifade edin.
33- Vücut ağırlığınızı sürekli kontrol altında tutun. Alınan her fazla kilonun vücudunuz ve beliniz için ilave bir yük olduğunu, bunun da belinizin biyomekaniğini olumsuz yönde etkilediğini unutmayayın.
34- Uzman hekime danışmadan bel korsesi kullanmayın. Çelik balenli korselerin uzun vadede bel ve karın adalelerini zayıf bırakacağını unutmayın.
35- Kesin teşhis konulup bel ağrınızın nedeni anlaşılmadan belinizi asla çektirmeyin ve maniplasyon (el ile müdahale) yaptırmayın. Bunun bazen felce kadar giden sonuçlara yol açtığını unutmayın.
36- Üzüntü ve streslerin bel sağlığınızı da olumsuz yönde etkilendiğini bilerek ruh sağlığınıza özen gösterin. Ailevi sosyal veya iş hayatınızla ilgili problemlemlerinizi çözmek için gerekirse ilgili doktor ve şahıslardan yardım isteyerek köklü bir çözüme gidin. Lüzumu halinde bulunduğunuz ortamı geçici de olsa değiştirin veya tatile çıkın.
37- Yaptığınız işi sevin. Stres altında ve iş yerinde mutsuz olan kişilerde bel rahatsızlıkları daha sık görülür. Bu nedenle meslek seçimi konusuna henüz hayatın başındayken gereken önemi verin.
38- Günlük yaşamda gerginlikten kurtulmanın yollarını öğrenin.
39- Uzun topuklu veya topuksuz ayakkabı giymeyin. Ayakkabınızın topukları normal, ökçeleri yumuşak olsun. Orta topuk ayakkabılara alıştığınızda bunu mümkün mertebe değiştirmeyin.
40- Sandalye veya koltuğa oturmak için kendinizi oturağınızın üstüne sanki düşüyormuş gibi bırakmayın. Yavaş yavaş kontrollü olarak oturma pozisyonuna geçin.
41- Sandalye veya koltukta otururken, bir cismi (hafif dahi olsa) öne doğru eğilerek yerden almayın. 42- Beliniz ağrıdığı dönemlerde alafranga tuvaletleri tercih edin. Tuvalete otururken en azından tek elinizi destek olarak kullanın.
43- Tuvalet ihtiyacınızı giderirken oturur pozisyonda öne doğru eğilmeyin. Ağrılı dönemde alafranga tuvalette ters oturmanız bu açıdan yarar sağlayabilir.
44- Mutlak sert yatak istirahatinde iken ayaklarınızın altına birkaç yastık koyarak yükseltmeniz daha iyi olacaktır. Bu esnada yemeklerinizi yatarak yiyebilirsiniz. Namazlarınızı sağ yanınıza doğru yatarak işaretle kılabilirsiniz. Yastığınızın alçak olmasında da yarar var. Bu pozisyonda yorulursanız yan yatabilirsiniz.
45- Yan yatışta kalça ve dizlerinizden çekerek bacaklarınızı toplar ve ana rahmindeki gibi kıvrılarak durursanız rahat edersiniz. İki bacağınızın arasına yumuşak bir yastık koymanız da iyi olur.
46- Doktorunuz mutlak yatak istirahati vermişse tavsiyesine uyun. Bu tedavi esnasında ağrınız artıyor, durumunuz kötüye gidiyorsa doktorunuza bildirin. Birkaç gün içinde iyileşirseniz yine doktorunuzu haberdar edin. Uzman doktor hastanın tedaviye vereceği cevaba göre bu süreyi artırıp azaltabilir. Zaten ilk birkaç gün sonrasında hastalığın genel seyri kendisini belli eder. Prensip olarak hasta becerebildiği anda normal yaşantısına dönmelidir. Kriter hayat kalitesidir. Lüzumsuz uzamış yatak istirahati de doğru değildir.
47- Yorgunluğa bağlı olarak beliniz ağrıyorsa usulüne uygun yapılan 10-15 dakikalık istirahat en iyi ilaçtır. Tam rahatlamak ve gevşemek için ayaklarınızı sandalyeyle yükseltirken boynunuzun altına da küçük bir yastık koyabilirsiniz.
48- Sırtüstü yatarken yüksek yastık kullanmayın.
49- Yatağınız bel hizasından itibaren kırılabiliyorsa 45 derecelik bir açı oluşturacak tarzda ayarlayarak sırtınızı dayar ve dinlenebilirsiniz. Böyle bir yatağınız yoksa iskemleyi devirerek arkalığın üzerine yastık koyup aynı şekilde dinlenebilirsiniz.
50- Bacaklarınız düz pozisyondayken, ayakta dimdik uzun süre hareketsiz kalmayınız. Münavebeli olarak bir ayağınızı öne doğru uzatıp pozisyon değiştirin veya yürüyün.
51- Sağlıklı iken düzenli olarak spor yapın. Yüzmeye önem verin, yürümeyi ihmal etmeyin.
52- Daha önce bel rahatsızlığı geçirmişseniz, güreş, boks, judo, futbol, basketbol gibi mücadele sporlarından ve halter, jimnastik, golf, tenis gibi uğraşlardan uzak durun. Bunların yerine yürüme ve yüzme gibi sporları tercih edin. Beli fazla eğmeden bisiklete binmek de faydalıdır.
53- Çocuklarınız hızlı gelişsinler diye onlara aşırı antrenman veya gereğinden fazla spor yaptırmayın.
54- Çocuklarınızı oturarak ders çalışırken öne veya yana eğik durmamaları konusunda onları sık sık uyarın. Masada uzun süre çalışması gereken kişilerin öne eğilmemeleri için çalışma yüzeyinin bir miktar eğimli olmasında yarar vardır. Masanızın altına da ayak dinlendirme basamağı koyunuz.
55- Raflardan kitap veya herhangi bir eşyayı alırken önce ayağınızın altına yükseltici bir şey koyunuz ve o eşyanın hizasına yükseldikten sonra alınız.
56- Çamaşır asarken yukarıya doğru uzanarak belinizi germeyiniz. İpin seviyesini boyunuza göre ayarlayınız.
57- Ayakkabınızı bağlamanız veya benzer bir hareket yapmanız gerekiyorsa, çömelerek veya yüksekçe bir cismin üstüne basarak yapın.
58- Yataktan kalkarken önce tam yan dönün, daha sonra ellerinizle yandan destek alarak oturur pozisyona geçin ve öyle kalkın. Yatmak için ise önce yatak kenarına oturun ve bacaklarınızı yukarıya çekerken gövdenizi yatağa uzatın.
59- Otomobil kullanırken koltuğunuz sert olsun, arkaya dayandığınızda koltuk belinizi desteklesin ve adeta kavrasın. Uzun yola çıkarken de belinizi ince bir yastıkla destekleyin.
60- Otomobile bindiğinizde koltuğunuzu pedallara yakın olacak şekilde ayarlayın. Dizlerinizin de kalçanızın biraz yukarısında durmasını sağlayın. Aksi halde beliniz rahat etmez.
61- Uzun süre araç kullanmayın. Şayet önünüzde kat edilecek çok uzun bir yol varsa sık sık mola vermeyi ve bu esnada biraz yürümeyi tercih edin.
62- Arabanızın bagajını boşaltırken de eşyaları öne, ileriye doğru uzanarak almayın. Önce bir ayağınızı tamponun üzerine koyun, sonra belinizi fazla eğmeden bagajı boşaltın.
63- Çocuklarınız okula giderken çantalarında mümkün mertebe az yük taşıtmaya çalışın. Bunun için sadece o günkü dersleri ilgilendiren kitap ve ders gereçlerini yanlarına almaları konusunda onları eğitin.
64- Ütü yaparken tek ayağınızın altına 15-20 santimetre yükseklikte bir cisim koyarak hafifçe yükseltin, belinizin rahatladığını göreceksiniz. Bir süre sonra basamağın üzerine öbür ayağınızı koyun.
65- Elektrikli süpürgeyle veya paspasla yerleri temizlerken öne doğru eğilmeyin ve belinizi dik bir pozisyonda tutmaya gayret edin. Bu nedenle uzun saplı süpürge kullanmak daha yararlı olacaktır. Bahçede çalışırken de uzun saplı aletleri tercih edin.
66- Yatağınız sert olsun. Yattığınız zaman vücudunuz yatağa gömülmesin. Vücudu değişik şekillere sokan, stabil olmayan yumuşak veya çöküntülü yataklar sağlıklı değildir. Altında sunta veya tahta olan yataklar ile üzerine yatıldığında omurganın fizyolojik kıvrımlarına uyum gösterebilen kaliteli ortopedik yatakları tercih edin.
67- Bilgisayar karşısında saatlerce hareketsiz veya uygun olmayan pozisyonda kalmak beli rahatsız eder. Bilgisayarda çalışırken başınız dik, beliniz ve kalçalarınız arka kısmı destekli, köprücük kemikleriniz yere paralel durumda olmalı. Gözleriniz ekranın üst düzeyi hizasına yakın konumda ve ekranı tam karşıdan görecek pozisyonda bulunmalı. Kollarınız rahat, önkol ve bilekleriniz aynı çizgi üzerinde yere paralel olmalı. Ayaklarınızı da bir destek üzerine koymanız daha iyi olur.
68- Daha önce bel rahatsızlığı geçirdiyseniz zıplama hareketi yapmayın ve yüksek bir yerden asla atlamayın.
69- Sağlıklıyken, günlük yaşantınızda tembel olmayın, hareketliliği tercih edin. Fazla harekete izin vermeyen iş ve hayat düzeni belinizi tehdit eder. Buna karşılık otobüs ya da metroda bir durak önce inmek, asansör yerine merdiveni kullanmak size çok şey kazandırır.
70- Yürürken veya ayakta dururken vücudunuzun dik bir pozisyonda olmasına özen gösterin. Ağırlığınızı her iki bacağınıza eşit olarak paylaştırın. Ayakta dururken her iki omuz ve kalçanızın aynı hizada olmasına dikkat edin. Doğru duruşta çene içeri çekilmiş, baş dik, sırt ve bel düzdür. Bu duruşta kulaktan yere indirilen dik çizgi omuz ve kalçanın ortasından ve ayak bileği önünden geçer. Ayakta dururken sırt kambur, bel çukur, karın öne sarkık, göğüs yassılaşmış ve çene öne çıkmış olursa bu yanlıştır. Böyle bir pozisyon bele rahatsızlık verirken iç organlar da basınç altında kalır.
71- İşyerinde devamlı oturarak çalışıyorsanız, bu nun beliniz için sakıncalı olduğunu biliniz. Bu nedenle ara sıra kalkıp dolaşınız. Çünkü oturur pozisyonda iken belinize binen yük, aya kta iken olduğundan belirgin şekilde daha fazladır. Hatta yapılan araştırmalarda günlük mesaisinin büyük bir kısmını oturarak geçirenlerde bel fıtığına yakalanma riskinin ayaktakilere oranla daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Oturarak çalışırken belinizi ince bir yastıkla desteklemenizde yarar vardır.
72- Sırtüstü yattığınızda veya bir halıya uzandığınızda bacaklarınızı dizlerinizden kırarak yukarıya doğru toplayın. Bu pozisyonda beliniz rahatlar ve ağrılarınız daha çabuk geçer.
73- Yan veya sırtüstü pozisyonda yatarak uyuyun. Yüzüstü yatmayın. Sırtüstü dümdüz uzanmak da doğru değildir.
74- Daha önce bel ağrısı tecrübesi yaşadıysanız testereyle odun kesmeyin. Şayet bu işlem esnasında alet takılırsa ileri ve geri doğru zorlayarak kurtarmaya çalışmayın.
75- İri cüsseli hayvanları yakalamak, yere yatırmak veya taşımak gibi zor bir işle meşgul olmak zorundaysanız tek başınıza çalışmayın. Bu işlemi birden fazla kişi beraberce yapın. İşi ehline bırakmak en iyisidir.
76- Saçınızı yıkarken öne doğru iki büklüm eğilmeyin. Yere diz çöktükten sonra dirseklerinizi küvetin kenarına dayayıp başınızı yıkayabilirsiniz. Daha da iyisi küvetin içine girip oturarak yıkanmaktır.
77- Bel rahatsızlığınız varsa kamyon, kepçe, greyder gibi belinizi sürekli sarsan iş makinelerini kullanmayın.
78- Koltukta kitap okurken sırtınız arkaya yaslanmış ve başınız dik pozisyonda olmalı. Baş ve boyun öne eğilmiş şekilde okumak beli de rahatsız eder.
79- Masaya veya herhangi bir yere dayanarak dinlenecekseniz beliniz çukur vaziyette olmasın. Kalça ve dizlerinizi bükerek kendinize daha rahat bir pozisyon verin.
80- Ayakta çalışırken ayağınızın altına alçak bir cisim çekin. Vücut ağırlığını zaman zaman bir bacaktan diğerine aktarın. Bulaşık yıkarken lavabonun altındaki dolabı açarak bir bacağınızı içeriye doğru sokarsanız rahat ettiğinizi göreceksiniz.
81- Çalışırken kendinizi aşırı yormayın. Bazen bir işten diğerine geçmek de dinlendirici olabilir.
82- Merdivenlerden inerken bastığınız basamaklara çok dikkat edin. Bazen son basamağa geldiğinizi sandığınızda bir basamak daha vardır ve siz farkında olmadan tüm vücudunuzla aşağıya doğru düşersiniz. İşte bu çok tehlikeli bir harekettir, bundan kaçının.
83- Tarlada, inşaatta, işyerinde, evde çalışırken veya kar kürerken beliniz aniden ağrımaya başladıysa geri kalan işi bitirmek üzere gayret sarf etmeyip hemen istirahata çekilin. Sert bir zeminde sırtüstü uzanıp dizlerinizi hafifçe bükerek bacaklarınızı yukarıya doğru toplamış vaziyette 15-30 dakikalık istirahat oldukça rahatlatıcı olur. Eğer bu süre sonunda iyiye gidiş yoksa doktorunuza müracaat edin. Hastalığınız esnasında istirahat süresinin uzun mu yoksa kısa mı olacağını önceden kestirebilmek çok zordur ancak manyetik rezonans görüntüleme metodu uzman doktora bu konuda bir fikir verir.
84- Sık sık eğilip bükülmenizi gerektiren bir iş yapıyorsanız belirli aralıklarla dinlenin. Bu dinlenme esnasında da belinizi aksi yönde esnetin.
85- Bebeğinizi beşikten veya yattığı yerden alırken ona doğrudan uzanmayın. Önce dizlerinizi kırarak çökün ve bebeğe yaklaştıktan sonra kucağınıza alın.
86- Bir yaşını geçmiş çocuklarınızı kucağınıza alıp sevmek için belinizden eğilerek ileriye doğru uzanmayın. Mutlaka dizlerinizi kırarak kucaklayın ve severken de yanınıza oturtarak veya beraberce yatarak sevin.
87- Beliniz ağrıyor ve özellikle de ağrı bacağınıza vurmaya başlamış ise vakit geçirmeden uzman doktora müracaat edin. Doktor olmayan kişilerle kaybedeceğiniz vaktin bazen telafisi mümkün olmayan zararlara yol açabileceğini unutmayın.
88- Kapı veya pencereyi açarken zorlanıyorsanız bu işi yapmak üzere daha güçlü bir kişiden yardım isteyin.
89- Karın kaslarının kasılmasıyla oluşan etki disk içindeki basıncı bariz miktarda azaltır. Günlük yaşantınız esnasında çeşitli yerlerde beklerken karnınızı içeri çekerek adalelerinizi gerin ve gergin vaziyette 10’a kadar sayarak soluk almadan öylece durun. Sonra yavaş yavaş gevşeyin. Soluk tutma süresini haftalar ilerledikçe giderek artırın. Karın kaslarınız kasılmış vaziyette soluk alıp vermeye alışın.
90- Bel fıtığının en çok etkilediği alanlardan biri de kişinin cinsel hayatıdır. Bu konudaki sıkıntılarınızı doktorunuza anlatmalısınız. O size cinsel perhiz ve aktif cinsel hayatınızın ne şekilde olacağı konusunda geniş bilgi verir. Ancak ağrının şiddetini koruduğu süreçte ve akut dönemlerde cinsel perhiz uygundur. Şikayetler gerileyip kişi kendini aktif cinsel hayata hazır hissettiğindeyse çiftlerin yan yattıkları pozisyon (erkek arkada) tercih edilmelidir. Hastalığı geçirmiş olan kişinin altta bulunduğu ve belini hafif bir yastıkla desteklediği pozisyon da nispeten tavsiye edilebilir.
91- Bel rahatsızlığı geçirmiş bir kişi olarak uçak biletinizi alırken ayağınızı rahatça uzatabileceğiniz bir yeri tercih ediniz. Uzun süreli yolculuklarda koltuğunuzu hafifçe arkaya yatırınız ve belinizi ince bir yastıkla destekleyiniz. Yolculuk esnasında sürekli oturmayıp ara sıra ayağa kalkarak bir miktar yürüyünüz. Yolculuk bitiminde valizlerinizi tekerlekli arabaya koyarak taşıyınız. Zaten valizleriniz tekerlekliyse problem olmaz. İmkan varsa sonunda sıcak bir küvete veya jakuziye girerek adalelerinizi rahatlatınız.
92- Belinizin ağrıdığı günlerde çevrenizdeki insanlardan yardım istemekten çekinmeyin. Evde eşiniz ve çocuklarınız, iş yerinde ise arkadaşlarınız rahatsızlığı atlatmanızda size yardımcı olabilirler. Arabanızı bile birkaç gün süreyle başka birileri kullanabilir. Her işi bizzat kendiniz yapmak zorunda değilsiniz.
93- Doktorunuzun verdiği ilaçları tavsiye edildiği gibi kullanmaya özen gösterin. Mide problemi veya herhangi başka bir yan etki ortaya çıkarsa doktorunuza bildirin.
94- Bel ve sırt ağrılarının bir kısmı günlük hayatta yaşanan stres, endişe, kızgınlık, kıskançlık, üzüntü ve bastırılmış öfke gibi duygular sonucunda ortaya çıkar. Devam eden bu tip duygular karşısında belirli bir çözüm ve rahatlama sağlanmazsa beyin vücudun herhangi bir bölgesinde ağrıyı başlatma komutunu sizden habersiz olarak verir. Böylece asıl meseleden kaçılarak ilgi başka tarafa çekilir. Bel de bu tip olaylardan sıklıkla nasibini alan bölgelerden biridir. Böyle bir mekanizmanın tuzağına düşmüş olan kişi minicik ağrılarını büyütür. Aslında bu şekilde çözülememiş duygusal problemlerden kaçılmaktadır. Doktora müracaat ettiğinizde yapılan tetkikler neticesinde ciddi bir hastalık teşhisi net olarak ortaya konamamışsa yukarıda anlattığımız mekanizma aklınıza gelsin. Bir taraftan asıl probleminizi bulup çözmeye çalışırken diğer taraftan telkinle hasta olmadığınıza kendinizi inandırıp “Hasta değilim!” deyiniz. Ağrılarınızın hafiflediğini hatta kaybolduğunu göreceksiniz.
95- Tedaviniz bitip yeniden iş hayatınıza döndüğünüzde faaliyetlerinizi yavaş yavaş arttırın. Hatta ilk birkaç gün yarım mesai ile yetininiz. Belinize aşırı yükleme yapmayınız. İş, aile ve sosyal hayatınızda bu kitaptaki öğütleri daima göz önünde bulundurunuz.
96- Alkol diğer birçok zararlarının yanı sıra kemik sağlığını da olumsuz yönde etkiler. Omur kemiklerindeki mineral kaybı ve sağlıksız yapı dolaylı olarak disklere etki eder. Alkol kullanmamaya özen gösterin.
97- Sigara içenlerin vücudundaki tüm hücreler yeterli oksijen alamaz. Bu olaydan kalp, akciğer ve beyin başta olmak üzere bütün organlar etkilenir. Omur kemikleri arasındaki diskler de oksijensiz ortamda daha kolay dejenere olur ve zamanla kendilerini tamir etme yeteneklerini kaybeder. Böylece bel fıtığı gelişmesi riski de artar. Sigara ayrıca öksürüğü başlatır. Öksürük ise dejenere olmuş ve zayıflamış disklerin üzerine aşırı bir basınç uygulayarak bazen bardağı taşıran son damla olabilir. Sigara içmeyin, içiyorsanız mutlaka bırakın. Gönüllü kuruluşlardan ve kendi doktorunuzdan da yardım alabilirsiniz.
98- Tek bir çeşit bel fıtığı olmadığı gibi, tek bir çeşit bel fıtığı tedavisi de yoktur. Öyle bir bel fıtığı vardır, yalnızca ilaç ve istirahat yeterli olur. Öylesi de vardır ki fizik tedavi ve diğer konservatif tedavi türleriyle iyileşir. Fakat bazı bel fıtığı hastaları da vardır ki mutlaka cerrahi girişim gerekir. Bu nedenle elindeki tek bir tedavi çeşidiyle tüm bel fıtığı hastalarını iyi ettiğini söyleyen şahıslara inanmayın. Sağlığınızı uzman doktorlara emanet ediniz.
99- Uzman doktor yaptığı muayene ve tetkikler neticesinde sizdeki bel fıtığının cerrahi girişim gerektirdiğine karar vermiş ise ameliyattan kaçmayın. Lüzumsuz kaybedilen zamanın bazen telafisi imkansız sonuçlara yol açtığını bilin. Prensip olarak cerrahi girişim son çaredir ancak yapılan bütün konservatif tedavilere rağmen iyileşme görülmüyor ve inatçı bir ağrı varlığını sürdürüyorsa cerrahiden çekinmeyin.
100- Her yere araba ile gitmek, televizyonu bile uzaktan kumanda ile açıp kapamak, sürekli oturarak çalışmak, kilo aldıracak her türlü besini umursamadan yemek doğru bir yaşantı değildir.