26 Şubat 2008 Salı

Kahvenin ne kadarı fazladır?


Fazla fincan kahveye düşkünlük, rahatsızlık, huzursuzluk, uykusuzluk, heyecan, bulantı, kusma ve yüzde kızarıklık gibi semptomlara neden olabilir.

Ciddi doz aşımının semptomları ise sayıklama ve nöbeti de içerir.

Alarm halinde olma durumunu artırır. İnsan vücuduna etkilerinin yanında, kafein genel olarak merkezi sinir sistemini uyararak zihinsel beceriyi, ilgiyi ve alarm halinde olma durumunu artırmasıyla bilinir. Ama fazlası öldürücü olabilir. Ve bu doz bireyin kilosu, hassasiyetine bağlı olarak değişse de ortalama oran, bir birey için yarım litre kana 90 mg civarı olarak belirlenmiştir.

Aşırı doz zararlı
Aşırı doz aşımı sebebiyle gerçekleşen ölüm, karıncığın aşırı çarpıntısıyla- kalp damarlarının koordine olmayan tezatlığı ile kan pompalanmasının durması olayı - alakalı olabilir.
Ayrıca insanlar kahveye bağımlı hale de gelebilirler. Caffeinism adı verilen bu durumun her gün 600 mg ve 750 mg arası yüksek bir kafein alımı gerçekleştirdiğinizde olabileceği söylenmektedir. Bu da kabaca 10 fincan hazır kahve demek.

Karaciğer riskini azaltır
Ama kahvenin bulunmuş sağlık yararları yadsınamaz. Her gün bir ila üç fincan arası içilen kahve karaciğer riskini azaltmakta ve Alzheimer’s başlangıcından da korumaktadır. Yine de kahvenin en şöhretli etkisinin 'ayılma’ içeceği olduğu bu yılın başlarında bir parça yalanlandı.
Araştırma sonuçları, kahve içenlerin uyanık olma durumlarının içmeyenlerle hemen hemen aynı olduğu yönündeydi.

25 Şubat 2008 Pazartesi

Aşkın Sırrı Çözüldü


Onu görünce kalbiniz çok fazla çarpmaya, eliniz ayağınız birbirine mi dolanmaya başlıyor. Hiç şüphesiz aşıksınız demektir. Bilim, bunca gelişmenin arasında aşka kayıtsız kalamazdı elbette! Uzmanlar aşkı da laboratuara soktular ve bakın neler buldular!Fiziksel olarak neden ve nasıl aşık oluyoruz, hiç düşündünüz mü?
Öncelikle aşağıdaki belirtilere göz atın ve aşık olup olmadığınızı saptayın:

- Onu görünce kalbiniz çok fazla çarpmaya başlıyor

- Son günlerde, içinizdeki sevinç, mutluluk duygusu arttı

- Hayata, olaylara daha umursamaz bakıyorsunuz

- Arkadaşlarınız gözlerinizin pırıl pırıl baktığını ve son günlerde yüzüne bir canlılık geldiğini söylüyorlar. Eğer bu belirtileri taşıyorsanız, aşık olduğunuz şüphe getirmez bir gerçek!

Aşık olduğumuzda hepimiz benzer duygular yaşarız; ayaklarımız yerden kesilir, aklımız başımızdan gider, hep onu düşünür, hep onun hakkında konuşmak isteriz.

Bunlar aşık olan herkesin bildiği ve binlerce yıldır yaşanan, süregelen duygular.

Farklı olan ise, artık tüm bunların sebebinin biliniyor olması! Aşık olunca insanların neden 'tuhaflaştığı' bilimsel gerçeklerle kanıtlandı! Üstelik suçlu kalbimiz değil, beynimiz çıktı!

Neden?
Aşkı, duygularımızın, düşüncelerimizin, alışkanlıklarımızın, yetişme tarzımızın ve daha birçok şeyin etkilediğini zaten biliyorduk, ama hormonlarla olan ilişkisini yeni öğrendik.

Ve hemen uzmanlara danıştık. Bakın hangi sonuçlar çıktı.
- Vücuda çeşitli maddeleri salgılayarak bizim sağlıklı, mutlu yaşamamızı sağlayan salgılara hormon deniyor. - Aşık olduğumuzda gösterdiğimiz dengesiz davranışlarımızın sebebi, vücudumuzun salgıladığı feronom maddesiymiş!
Aşk, vücutta feronom maddesinin salgılanmasıyla başlıyormuş. Aşkın kokusu olarak tanımlanan bu madde, beynin ilgili bölümlerini uyarıyor ve aşk doğuyor!
- Feronom, vücudumuzun salgıladığı hormonlardan sadece biri. Feronom'a 'aşk hormunu' da deniliyor. Aşıkların, her dakika aşık oldukları kişiden söz etmeleri bu hormondan kaynaklanıyor. Aşık olunduğunda vücudun fazla feronom salgılamasıyla kişilerin fiziksel yapılarında ve davranışlarında değişiklikler oluşmaya başlıyor.
Kalp çarpıntısı, gözlerin parlaması gibi değişiklikler oluyor ve 'O da beni seviyor mudur', 'Acaba şimdi nerededir' gibi sorular artmaya başlıyor. Obssesive yani takıntılı kişi davranışları gözlemleniyor.
- Aşkın yerini sevgiye bırakması da hormonlarla ilgili.
Zamanla serotoninin azalması, oksitoksinin artmasıyla, aşk yerini bir süre sonra sevgi ve şefkate bırakıyor.
- Yaz aylarında insanların daha sık aşık olmasının da bilimsel bazı sebebleri var. Özellikle bahar ve yaz aylarında, güneş ışınları insanların hormon sistemini etkiliyor ve bu durumda aşk daha yoğun hissediliyor. Melanosit denen vücuda renk veren hücreler de, bu aylarda artıyor.

Aşk acısı nasıl diner?
Uzmanlar, şu sıralar mevsimin de etkisiyle kendilerine en çok aşk acısı çekenlerin başvurduğunu söylüyor ve bu acının nedenlerini, uyguladıkları yöntemleri şöyle anlatıyorlar:'Aşk acısı çeken biri, sevgilisini unutamamıştır, her gördüğü şeyde, her olayda ondan bir parça bulur.
Bir yandan yaşadıklarına inanamaz. 'Gerçekten bu aşk bitti mi' , 'Onsuz ne yaparım' gibi duygulara kapılır. Bizim yaptığımız, bunun altında yatan nedenleri analiz etmek. Kişinin kendine güvensizliği mi var, ailesinin ona yüklediği baskılar mı var, hayata mı güvenmiyor?...
Önce sorunun nedenlerini bulup sonra NLP veya Bilişsel Terapi ile bunu ortadan kaldırıyoruz. Olaya bakış açınızı değiştirdiğiniz zaman olaylar daha farklı gelişiyor. Mesela vapurdan denize baktığınızı düşünün. Denizde çöp görüyorsunuz. Aynı çöpe bir kaptan kamarasından, bir sahilden bir de uzaydan bakın. Hepsinde gözünüze ne kadar farklı görünür. İşte, bize danışmaya gelen kişilere de o olaya kuşbakışı bakmalarını sağlıyoruz. Bu çok kolay olmuyor. Çünkü doğru ya da yanlış öğrendiğimiz her şey, tecrübelerimizi oluşturur.

Çocukluğumuzdan itibaren, 'Hayır, yapamazsın', 'Kahvaltını etmezsen derslerin iyi geçmez' gibi, günde 10 olumsuz ileti aldığınızı düşünün. Bir yılın sonunda 3600 olumsuz iletiyle dolu oluyorsunuz! 14 yaşına geldiğinizi düşünürsek kafanızda 48-50.000 tane olumsuz ileti olur.
Bunları değiştirmek tabii ki güç oluyor. Öğrendiğimiz olumsuz şeylerin yerine olumlularını koymak çok önemli.'

www.morelmas.com

22 Şubat 2008 Cuma

El ağrısı deyip geçmeyin



Eller, vücudumuzun en değerli organlarından. Ellerimizle yazıyoruz, tokalaşıyoruz, saçlarımızı tarıyoruz, bardağımızı tutuyoruz, sevdiğimize dokunuyoruz. Bunlar ilk akla gelenler. Peki bu derece önemli bir fonksiyona sahip ellerimize ne derece değer veriyoruz? Güzelleşmek için krem sürmekten veya manikür yaptırmaktan söz etmiyoruz. Bizim kastettiğimiz, hangimiz elleri ağrıdığında doktora gitme ihtiyacı duyuyor? Aslında çok basit ve önemsiz gibi gelebilir ama el sorunları, geç teşhis veya uygun olmayan tedaviler sebebiyle kişilerin hayat kalitesini etkileyen çok ciddi sorunlara yol açıyor.

Acıbadem Hastanesi El Cerrahisi Uzmanı Dr. Ufuk Nalbantoğlu, yaptığı açıklamada, el sorunlarının başında, tıp dilinde "Karpal Tünel Sendromu" olarak bilinen sinir başı sendromunun geldiğini belirterek, "Kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülen bu hastalık, baş parmak ve yanındaki üç parmağın duyusunu veren, baş parmak fonksiyonlarını sağlayan "median" sinirini etkileyen bir sorun. Median sinirinin el bileğinde, parmakları hareket ettiren tendonlar ile birlikte içinden geçtiği 'Karpal Tünel'de baskıya uğraması sonucu bu hastalık gelişir" dedi.

'Karpal Tünel Sendromu'nun belirtileri
Parmaklarda uyuşma, güç kaybı ve ön koldan omuza kadar yayılan ağrılar ile kendini gösteren bu hastalıkta genellikle geceleri uykudan uyandıran uyuşma ve ağrılar görüldüğünü ifade eden Dr. Nalbantoğlu, "Önceleri hafif şiddette olan ve çok sık görülmeyen bu belirtiler, el ve bilek dinlendirildiğinde ortadan kaybolabiliyor. Ancak, sinirin üzerindeki baskı arttıkça, kişi bu belirtileri daha sık ve daha şiddetli hissedebiliyor" diye konuştu.

Dr. Ufuk Nalbantoğlu, bu dönemde gerekli tedbirler alınmazsa sinirde kalıcı hasar meydana geldiğini vurgulayarak, "Sonrasında el fonksiyonları ile duyusunun yeniden tam onarılması mümkün olmaz. Tedavi olarak başlangıçta tıbbi yöntem ve gece atelleri kullanılır. Yeterli iyileşme sağlanmayan durumlarda cerrahi yöntemler uygulanır. Cerrahi anlamda karpal tünel gevşetilmesi yapılarak sinir üzerindeki baskının ortadan kaldırılması sağlanır" şeklinde konuştu.

'Tendinitler'e dikkat
Dr. Nalbantoğlu, Karpal Tünel Sendromu'nun yanında el ağrısına sebep olan diğer faktörleri de şöyle sıraladı: 'Tendinitler, ganglion kistler (el ve bilekteki kistler) tendon iltihabı, sinir sıkışmaları, enfeksiyon ve artrit' Klavye kullananları, örgü örenleri, bahçe işi ile uğraşanları ve hamileleri en çok tehdit eden el sorununun ise tendinitler olduğunu kaydeden Dr. Ufuk Nalbantoğlu, baş parmak dahil her parmakta görülebilen bu problemi şöyle anlattı: "Parmakları hareket ettiren kirişlerin yüzeyleri çok düzgün kılıflarla çevrilidir. Bu kirişler çeşitli tünellerden geçerler. Tetik parmak probleminde kılıfların girişi daralır, kirişler kalınlaşır ve kendilerini saran kılıflara sığmazlar. Özellikle hamilelik sonrasında görülür. Avuç içinde hassasiyet, parmak büküldüğünde takılma ve kilitlenme, tendinitlerin başlıca belirtileri olarak kabul ediliyor"

Dr. Nalbantoğlu, tedavide öncelikle ılık kompres ve ağrı kesiciler kullanıldığını, ödem oluştuğunda ise enjeksiyon yapıldığını bildirdi. Bu tedavilerin yeterli olmadığı durumlarda cerrahi müdahale yapıldığını söyleyen Dr. Ufuk Nalbantoğlu, "Ancak bu operasyon korkulacak bir ameliyat değil. Operasyon sonrası hasta aynı gün elini kullanabiliyor. Sadece gerekli görülen hastalara fizik tedavi uygulanıyor" dedi.

Elde oluşan kistler
El bileğini fazla kullanan kişilerde görülen bir diğer sorunun ise 'ganglion kistler' olduğunu belirten Dr. Ufuk Nalbantoğlu, "El ve bilekte, kiriş kılıflarının sebep olduğu, eklem sıvısıyla dolu kistik oluşumlara sık olarak rastlanıyor. El ve bileğin hemen her bölgesinde görülen bu kistler aniden veya yıllar içinde oluşabiliyor. Nadiren ağrılı olan bu kitleler kötü huylu değildir. Çoğunlukla hiçbir neden olmaksızın gelişirler. Şikayetlerin derecesine göre tıbbi ya da cerrahi tedavi uygulanır" diye konuştu.
Tenis ve golf gibi sporlarla uğraşanların yanı sıra, endüstriyel alanda çalışanlarda da bu tip iltihaplanmaların sıkça görüldüğünü ifade eden Dr. Nalbantoğlu, "Dirseğin iç ve dış kenarında bulunan kemik çıkıntılarına yapışan kasların yapışma inflamasyonlarıdır" diyerek hastalığı tarif etti ve ekledi: "Hastalık teşhis edildiğinde, öncelikle streching tavsiye ediliyor. Bileklik ve ilaç kullanımının yanı sıra fizik tedavi de uygulanıyor"

Dupuytrens hastalığı
Dr. Ufuk Nalbantoğlu, ellerde rastlanan bu hastalığın daha çok kuzey ülkelerinde görüldüğünü kaydederek, "Avuç içi ve cilt altı dokusunun kalınlaşmasıyla, parmaklara kadar uzanan bantlar oluşur. Bu bantlar avuç içinde bir çekilme oluşturur. Tedavisi, cerrahi olarak bu dokunun çıkarılması şeklinde olur. Tedavi hastalığın seyrine göre de değişir. Cerrahi girişim sonrası uygulanan el terapisi ile fonksiyonlarda belirgin gelişme sağlanmaktadır" şeklinde konuştu.

Burkulma, zorlanma, tendon iltihabı ve karpal tünel sendromu varsa, aslında kişinin kendi başına alabileceği basit tedbirler bulunduğunu vurgulayan Dr. Nalbantoğlu, "Öncelikle sürekli tekrarlamaya dayanan hareketlerden kaçınmanız gerekiyor. Klavye kullanırken kol ve bileklerinizi uygun şekilde destekleyin ve arada mola vermeye dikkat edin. Ayrıca uzmanlar, çalışma öncesi ve sonrasında ısınma ve soğumayı da dikkate alarak egzersiz yapmanızı tavsiye ediyorlar" dedi.

Yemek yemeyen bebekler için tavsiyeler


Niğde Dr. Doğan Baran Çocuk Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr. Bahri Elmas, yemek yeme sorunu olan bebeklerin beslenmesi için dikkatlerinin başka yönlere sevk edilmesi gerektiğini söyledi. Bebeklerle ilgili en önemli sorunun beslenme olduğunu ve bunun dönem dönem ebeveynler için sıkıntılı bir hal aldığını ifade eden Elmas, çocuk gelişiminde beslenmenin çok fazla yer tuttuğunu, ancak yaşanan beslenme sıkıntılarının küçük birkaç tedbirle aşılabileceğini kaydetti.

Bebeklerde beslenmenin yapılabilmesi için ve bunun ileri yaşlarda da devamlılığını sağlamak için öncelikle beslenmeyi bir oyun haline getirmek gerektiğinin altını çizen Elmas, "Bebeğiniz yemek yemenin bir eğlence olduğunu algılamalı. Bunun için de yapılması gereken küçük ama etkili birkaç yol var. Öncelikle bebeğiniz yemek yemiyorsa, bebeğinizle birlikte televizyonun karşısına oturun ve reklamları bulun. Reklamlarda resim karelerinin hızlı geçmesi, ritmi değişen müziklerin kullanılması bebeklerin ilgisini çekmektedir. Bu nedenle bir elinizle kanalları tarayarak tüm reklam kuşaklarını takip edin, diğer elinizle de çocuğun beslenmesini yapın. Bu çok zor oluyorsa reklam kuşaklarını videoya kaydedin ve yemek zamanı izlettirin. 6 aylık ve 3 yaş arası tüm bebeklerin hayran olduğu bazı çocuk programları var. Bebeğinizin mama saatlerini mümkünse o saatlere denk getirin. Ya da yemek saatinde eşinizin veya bir arkadaşınızın evde olmasını sağlayın ve bebeğinizin dikkatini dağıtacak hareketler, sesler çıkartmasını sağlayın" dedi.

Hiç yemeyen çocukların bile çok severek yediği bir şeylerin mutlaka olduğunu vurgulayan Bahri Elmas, "Bu çikolata bile olsa bunu 3 öğün yedirin. Nasılsa bundan bıkacak ve başka şeyler yemek isteyecektir. Eline en sevdiği oyuncakları tutuşturun. Oyuncağını fırlatamayacağı, kıyamayacağı için kaşığa vuracak boş eli kalmayacaktır. Eski bilgisayarınızı satmayın, atmayın. Bebeğinizle karşısına geçin. O klavyeye vurmaya çalışırken yemek yediğinin farkına bile varmayacaktır. Elinizden yemediği her şeyi sehpanın üstüne bırakın. Odadan çıkın, 'Bunu ellemek yasak, sakın bunu yeme' demek olayı hızlandıracaktır" şeklinde konuştu.

Çocuklarda beslenme saatlerinin anneleri çıldırma noktasına kadar getirebileceğine değinen Elmas, "Yemek yerken çok ağlıyorsa ve sizi çıldırma noktasına getiriyorsa, onu ilk kucağınıza aldığınız anı hayal edin. Her şeye rağmen yemiyorsa bırakın aç kalsın. En fazla 8-10 saat sonra kendi gelip 'anne mama' diyecektir. Şişman çocuklara bakıp imrenmeyin. Onun yerine kendinize benim çocuğum zayıf ama sağlıklı diye telkinde bulunun. Her öğünden önce 3-4 ayrı çeşit yemek hazırlayın. Yedirme şansınız bir anda 4 katına çıkacaktır. Yüzde 100 garantili yiyeceklerden haftada bir gün yedirin. En azından haftada bir gün mutlu olun. Yemeklerle oyun oynamasına izin verin. Oyun oynayabileceği yiyecekleri verin. Zeytin alırken çekirdeksiz olsun" şeklinde konuştu.

13 Şubat 2008 Çarşamba

Amniosentez


Anne adayının karın cildinden ultrasonografi eşliğinde girilen özel bir iğneyle uterusa ve buradan da bebeğin içinde bulunduğu amniotik sıvıya ulaşılarak buradan sıvı örneği alınmasıdır.Amniosentez ultrasonografi kullanıma girmeden önce dahi amniotik sıvının normalden çok fazla olduğu (polihidramnios) durumunda sıvı miktarını azaltarak annenin sıkıntısını azaltmak amacıyla kullanılırdı.Bugün ise amniosentezlerin çok büyük bölümü prenatal tanı ve özellikle de Down Sendromu tanısı amacıyla yapılmaktadır.
Bu iki neden dışında amniosentez doğumun erken gerçekleştirilmesi gerektiği durumlarda bebeğin akciğer olgunlaşmasının yeterli düzeyde olup olmadığının araştırılması için de uygulanabilir.

Bebekte kromozomal bozukluk riski yüksek olan veya amniosentez ile saptanabilen bir hastalığı olma riski yüksek olan şu durumlarda amniosentez önerilmektedir;
*35 yaş ve üstü gebelerde,
*Daha önce kromozomal bozukluğu olan bebek doğuran gebelerde,
*Yakın akrabalarda kromozomal bozukluk mevcudiyetinde,
*Anne ve/veya babada kalıtsal hastalık mevcudiyetinde,
*ikili veya üçlü testte risk saptanması durumunda,
*Tekrarlayan düşüklerde,
*Anne ya da baba adayına dengeli translokasyon (karşılıklı parça değişimi) taşıyıcılığı ya da diğer yapısal kromozom kusurlarının olduğunun bilindiği durumlarda,
*Daha önce NTD'li ( Nöral Tüp Defektli ) bebek doğurma öyküsü ya da anne veya baba adayında NTD varlığında,
*Rutin veya ayrıntılı ultrasonda bebekte bozukluk saptanması durumunda.

Amniosentez tanı amacıyla gebeliğin 16-18. haftaları arasında uygulanır. Ancak son zamanlarda 15. gebelik haftasından önce de amniosentez uygulanmaya başlanmıştır. (Buna erken amniosentez denir.)
Tedavi amacıyla ise; gebeliğin herhangi bir döneminde uygulanabilir.

Amniosentez şu şekilde yapılır;uzman hekim ultrason aracılığıyla fetusu ve plasentayı görür. Fetusun durumuna göre en güvenli yaklaşım noktasını seçip bu bölgede cilt temizlenir. Amniosentez iğnesi denilen ince bir iğne bu noktadan uterusa (rahime) doğru sokulup 20 ml kadar sıvı alınır. Sonra iğne çekilir ve gerekli yara bakımı yapılır. Hekim tekrar ultrason ile fetusun durumunu ve kalp atışlarını kontrol ederek uygulamayı bitirir.

Amniosenteze bağlı riskler:
1. Gebelik kaybı (düşük) : Amniosentez sebebiyle düşük oluşma riski 1/400 - 500 civarındadır. Amniosentezi yapan kişinin deneyimi arttıkça bu risk oranı azalır.
2. Enfeksiyon : Oldukça nadir gelişir. Sıklıkla amniosentezden sonraki 24 - 72. saatler arasında gelişir.
3. Amniosentez yerinden kanama ve amniotik sıvı sızması: Oldukça nadir gelişir ve olayın düşükle sonuçlanabileceğini gösterdiğinden gebenin hemen hekime başvurmasını gerektiren durumlardır.
4. Kramp: Amniosentez esnasında veya sonrasındaki kısa süre içerisinde görülebilir. Görülmesi çok anlamlı değildir.

Alınan sıvı ile sitogenetik analizle bebeğin kromozomlarında sayısal anomali ve belirgin yapısal bozukluk olup olmadığı belirlenir. Test sonucu genellikle 3-4 hafta içerisinde verilmektedir.Amniosentez yapıldıktan sonra laboratuvardan bebeğin kromozomlarının durumunu belirten ve cinsiyetinin de bildirildiği bir rapor gelir.

'Normal' olarak gelen bir rapor bebekte yapısal doğumsal bozukluklar, mikrodelesyon (silinme) ve mikroduplikasyon (sayının iki katına çıkması) gibi küçük kromozom kusurlarını ve özel teknik gerektiren birtakım hastalıkların olmadığını gösteremez.

Bebekte bir kromozomal bozukluk belirlenmişse laboratuvar bu durumu bildiren bir rapor hazırlar: 'Trizomi 21 - Down Sendromu' ... gibi.

Eğer özel teknik gerektiren bir hastalığın varlığı düşünülüyorsa laboratuvar önceden haberdar edilerek buna yönelik tetkiklerin yapılması istenebilir.

Kromozom analizinin sonucu 'normal' çıkmışsa, analizin hatalı olma ihtimali çok çok düşüktür. Sonuç 'anormal' olarak gelmişse gerekli görüldüğünde kordosentez gibi bir yöntemle bu sefer bebekten kan örneği alınarak 'anormal durum'un doğrulanması gerekebilr.

12 Şubat 2008 Salı

Kurutulmuş Meyveler Sağlık Kaynağı


Kurutulmuş meyve, konsantre edilmiş büyük miktarda enerji ve vitamin içeriyor. Buna karşılık, taze meyveler kurutulmuş meyvelerin yanında oldukça sönük kalabiliyor. Ailem ve Ben dergisinde yer alan bir habere göre, özellikle Aralık ayında bolca bulunan hurma, daha çok kış aylarında revaçta. Artık kurutulmuş meyveleri bütün bir yıl boyunca bulmak mümkün. Kurutulmuş erik, ayrıca salatalarda ve etli yemeklerin yanında da iyi malzeme.

* ORAC analizine göre, kuru meyvelerin antioksidan potansiyeli çok yüksek. Özellikle kuru üzüm ve yaban mersini, ilk sıralarda yer alıyor.
* Beta karoten, antioksidanlar arasında en etkili olanı. Beta karoten, kalbi ve dolaşım sistemini serbest radikallere karşı korur. 100 gr kuru erik, 140 mikrogram beta karoten içeriyor.
* Kalyum vücudun su ve elektrolit seviyesini dengeliyor. Ayrıca kasların mineral gereksinimini karşılıyor.
* B1 ve B2 vitaminleri, sinir sistemini düzenliyor.
* Kan yapımında demirin çok büyük bir fonksiyonu var.
* İkincil bitkisel maddeler, meyvelerin özellikle kenar katmanlarında bulunuyor. Bunlar bağışıklık sisteminin kuvvetlenmesine, yaşlılık sürecinin yavaşlamasına ve serbest radikallere karşı savunmada etkili.

11 Şubat 2008 Pazartesi

Böğürtlenle Gelen Şifa


İnsan sağlığında önemli rolleri olan böğürtlenin, yaşlılıktan kaynaklanan hafıza kayıplarını önlediği, ishallerde çok faydalı olduğu, ağız yaralarına ve ayak yorgunluklarına da iyi geldiği, ayrıca iyi bir güzellik losyonu olarak da kullanılabildiği bildirildi.

Türkiye'de yol kanarlarında, korularda ve ormanlarda sık rastlanan, çok kişinin tanıdığı dikenli bir kır bitkisinde yetişen böğürtlenin, organik asitler, mineraller ve vitaminler bakımından çok zengin bir meyve olduğu belirtildi. Güney Florida Üniversitesi bilim adamlarının bulgularına göre, böğürtlenin yaşlılık kaynaklı hafıza problemlerinin giderilmesinde önemli rol oynadığı tespit edildi. Antioksidanlar açısından oldukça zengin bir meyve olan böğürtlenin, yaşlılıktan kaynaklanan hafıza kayıplarını önlediği, ishallerde çok faydalı olduğu, ağız yaralarına ve ayak yorgunluklarına da iyi geldiği ifade edildi.

Meyveleri tam olgunlaştıktan sonra daha şifalı olan böğürtlenin faydaları şunlar:
"Böğürtlen, hafızayı dinç tutuyor, yaraları kapatıyor ve ishali anında kesiyor. Özellikle bayanlar için ayrıca bir güzellik ilacı. Eller için çok iyi bir güzellik losyonudur. Böğürtlen yaşlılıktan kaynaklanan hafıza kayıplarını önlüyor, ağız yaralarına iyi geliyor. İshalde, böğürtlenin sıkılarak elde edilen suyu ishallerde çok faydalıdır. Ancak böğürtlen suyu saklanamaz, taze içmek gerekir. Saklanırsa sirkeleşir. Ağız yaralarında, gerek taze ve gerekse kurutulmuş 20 gram böğürtlen yaprağı 1 litre suda haşlanırsa, bu çay ağız yaraları için çok faydalıdır. Ayak yorgunluklarında böğürtlenin sürgünleri ve kökleri 100 grama 1 litre su ölçüsüyle kaynatılırsa, ılıyınca ayak banyosu olarak kullanılabilir. Ayak yorgunluklarına çok iyi gelir. Güzellik için, böğürtlen çiçekleri ise 50 grama bir 1 litre su ölçüsü ile kaynatıldığı zaman, elde edilecek bu şifalı su eller için çok iyi bir güzellik losyonudur."

5 Şubat 2008 Salı

Otizm


Otizm, sosyal ve iletişim becerilerinin oluşmasını etkileyen bir gelişim bozukluğudur. Otizm genellikle yaşamın ilk 2 yılında ortaya çıkar. Otistik çocuklar genelde öğrenme zorluğu çekerler. Otistik çocukların büyük bir kısmında farklı seviyelerde zeka geriliği görülse de, zeka seviyeleri normal otistik çocuklar da vardır. Ancak genel zeka seviyeleri ne olursa olsun, Otistik çocuklar çevrelerindeki dünyayı algılamakta ortak bir zorluk çekerler.

Bir annenin doğum sonrası çocuğunun (tüm özür grupları dahil olmak üzere) özürlü olma oranı %2dir; Otistik olması oranı ise %0.5′tir (eskiden bu oran 4/10.000 olarak değerlendirilirdi). Bir otistik çocuktan sonra, ikinci çocukta otizmin ortaya çıkması riski %3 dür. Otizm erkek çocuklarda kız çocuklarından 4 kat daha fazla görünmektedir Her çocuktaki otistik belirtiler ve bunların seviyesi farklılık gösterebilir, bu nedenle otizmin seviyelerini kategorize etmek güçtür. Ayrıca, Asperger Sendromu ve Rett Sendromu olarak bilinen otizm formları da bulunmaktadır.

Otizmin Belirtileri Nelerdir?
Otistiklerde, etkilenme dereceleri değişse de, aşağıdaki ortak belirtiler görülür;
Sosyal ilişkilerde güçlük Konuşma güçlüğü
Sessiz iletişimde zorlanma
Oyun oynama ve hayal gücünü kullanmada zorlanma
Değişikliklere karşı tepki ve direnç gösterme


Otizmin tipik özellikleri
Otistik Bir Çocuk,
-Başkalarına karşı ilgisizdir.
-Göz temasından kaçınır.
-Başkaları ile kendiliİinden iletişim kurmaz.
-İsteklerini bir yetişkinin ellerini kullanarak belirtir.
-Diğer çocuklarla oynamaz.
-Sürekli bir konu üzerinde konuşur. Sebepsiz şekilde ağlar, güler ve sebepsiz davranışlarda bulunur.
-Anlamsız sözleri üst üste tekrarlar.
-Nesneleri tutup sürekli döndürmekten hoşlanır. Değişikliklerden hoşlanmaz.
-Yaratıcılık gerektiren oyunları oynayamaz.
-Bazıları yaratıcılık gerektirmeyen bazı işleri oldukça hızlı ve iyi yapar.


http://www.otizm.org/

Kireçlenme (Osteoartrit)


Kireçlenme " osteoartrit " eklemlerde ağrı ve hareketlerinde tutukluk ,sonraki dönemlerde ise şekil bozuklukları yapan bir yıpranma hastalığıdır. Kadınlarda biraz daha fazla rastlanan bu hastalık özellikle yük altında kalan eklemlerde daha sık görülür. Etrafinızda o kadar kireçlenme sorunu olan var ki ? Kaldı ki gelecekte siz de bu hastalığa aday olabilirsiniz.

Belirtileri
Eklem ağrıları, özellikle sabahları ve istirahat konumundan ilk harekete geçildiği an hissedilir. Zamanla, eklem çevresinde gerginlik, yumuşak dokularda hafif şişlik ve hareket kısıtlılığı oluşabilir. Aynı şekilde hareket sırasında düzgün olmayan kemik yüzeylerin birbirine sürtünmesinden kaynaklanan bir sürtünme sesi " krepitasyon " duyulur. Bu ses hastalık ilerledikçe kabalaşır ve bunun yansıması olarak hareket kapasitesi de kısıtlanmaya başlar. Ayrıca bunlara paralel olarak da eklemdeki ağrının şiddeti giderek artar. Nihayet eklemlerde önce hafif daha sonra giderek daha da belirginleşen şekil bozuklukları başlar. Bazen o kadar ilerler ki kişinin günlük yaşam hareketlerini altüst edecek duruma gelir. Yürüme bozulur hatta tamamen kaybolabilir. Bu da sorunların daha da karmaşık bir hale gelmesine yol açar. Eklemin yaptığı göreve göre bazı hareketler yapılamayınca hastalar her şeyden önce yapamadıkları bu hareketlerden yakınarak doktora başvurabilirler. Örneğin yere çömelememe, merdiven çıkamama, çorabını giyememe gibi. Eğer sorun başka bir eklemde ise o ekleme has hareketlerde olumsuzluklar ortaya çıkmaya başlar. Omuz hareketlerini yapamama veya el işlevlerinde bozulmalar gibi..

Osteoartrit Tedavisi

Tedavi için herkesin bildiği ilaçlar olmasına rağmen bunun dışında çok sayıda tedavi ve korunma yöntemleri olduğunu söylemeliyiz . Kuşkusuz hepsinin başında hastalara kendi hastalıkları hakkında korunma ve tedavi konusunda bilinçlendirildiği eğitim toplantıları gelmektedir. Son yılların hekim hasta diyalogunun mükemmel arayışlarından biri olan bu “ hasta okulları” yapılacak diğer tedavilerden daha başarılı sonuçlar alınmasına yol açacağı muhakkaktır. Bu toplantılarda hastalara verilecek bazı öğütler ve ipuçları bu hastalıkla mücadelede onların büyük avantajlar elde etmesine yol açabilecektir. Örneğin bunlardan ilki , hastaların iyi olacağım diye yanlış ve gereksiz miktarda hareket etmelerinin yerine dinlenmeye daha fazla yer vermeleri gerektiğini onlara anlatmaktır.

Kilo Verin

Kilo vermeniz gerektiğini şimdiye kadar hemen herkes size söylemiş olabilir. Gerçekten bunu duymaktan artık bıkmış olabilirsiniz. Halbuki , fazla olan bu kilolarınızı verdiğinizde başka hiçbir tedavi yapılmasa bile daha önce dayanamadığınız o ağrılarınız nispeten azalacaktır. Aslında kilo vermek pek de kolay değildir. Bu nedenle hekiminiz size diyet verecek belki de bir diyetisyenden yardım alacaktır. Burada temel felsefe ; öğünlerin sayısını artırmak (üçten beşe çıkarmak) fakat öğünlerde yenen kalori miktarını makul derecede kısmaktır. Bunun yanı sıra kilo vermek isteyenlere bazı öneriler sunabiliriz. Yemeklerin küçük porsiyonlarda alınması , yağ, tuz, şeker içeren gıdalardan kaçınılması önerilir. Beslenmede ,taze meyve, sebze miktarlarını artırırken kırmızı et ,yağlı ve unlu yiyeceklerden kaçınmak gerekir. Beyaz et daha iyisi balık yemek alışkanlık haline getirilmelidir.

Beslenmede İpuçları

Şüphesiz , beslenmede tek hedef kilo vermek değildir. Dengeli beslenme, vitamin ve mineral içeriği yüksek gıdaları tüketmek sadece artroz için değil başka birçok hastalıktan korunmak için de yararlıdır. Yaşlanmanın geciktirilmesi , osteoporoz ve damar sertliğinden korunma sadece doğru beslenme ve bilinçli yapılan egzersizlerle mümkündür. Hemen her yaşta kaybolan kemik dokusunu yerine koymak için süt ve süt ürünlerini ,yeşil sebzeleri fazlaca tüketmek gerekir. Kuşkusuz , çocukluk ve gençlik yıllarında içilecek sütün yararı çok fazla olmasına rağmen hemen her yaşta sütün yararı olacağını bilmek ve ondan vazgeçmemek gerekir.

Zararlı Alışkanlıklardan Kaçının

Özellikle sigara içmeyin ve içtiğiniz alkol miktarını hemen azaltın. Eğer içmeye kendinizi şartlandırdıysanız en fazla 1 kadeh kırmızı şarapla yetinmeniz gerekir. Gerçi şarap yerine vücuda yararlı birçok doğal gıda veya içecek arayışına girmek daha akıllıcadır. Uyku veya sinir ilaçları denge ve hareketlerdeki eşgüdümü bozabileceğinden ilerleyen yaşlarda bu ilaçlardan uzak durmak gerekir. Aşırı veya yanlış beslenme, hareketsiz yaşam koşullarına eklenen bu alışkanlıklar yıpranmayı daha da kolaylaştırdığı unutulmamalıdır.

Fizik Tedavi

OA tedavisinde son yüzyıldan bu yana en revaçta olan tedavilerden biri fizik tedavi olmuştur. Halk arasında fizik tedavi ilk yapıldığı yıllardaki şekliyle hep sıcak bir tedavi olarak görülmüştür. Halbuki günümüzde sıcağın tersine soğuk tedaviler veya sıcak-soğuğun hiçbir şekilde hissedilmediği elektronik uygulamalar şekline dönüşmüştür. Kuşkusuz “ sıcak tedavi “ halen terk edilmemiştir. Zira ağrılı eklemler sıcak uygulamasıyla rahatlar, spazmlı kaslar gevşer. Sıcak banyoya, duşa, küvete veya saunaya girmek sizi rahatlatır. Yapabilirseniz etkilenmiş eklemlerinizi sıcak suda hareket ettiriniz. Biz bu amaçla infraruj lambaları , özel sıcak paketler ( hot pack ) , sıcak parafin , elektronik olarak üretilmiş derinlere kadar inebilen bir sıcak olan kısa dalga diyatermi ve radar yüksek frekanslı ses dalgaları olan ultrason gibi sıcak tedavileri yapmaktayız.

Tedaviye Karar Verme

Aslında en uygun olanı buna bir Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanının karar vermesidir. Hastasının tanısını doğru koyan ve yapacağı tedavinin şekline karar veren hekiminiz gerekli fizik tedavi yöntemini tercih edecektir. Fizik tedavi eklemlerde meydana gelen yıpranmayı hücresel seviyede durdurmayı ve buna bağlı ağrıları ortadan kaldırmayı hedefler. Bunun sonunda eklem hareketlerinde kolaylık ve mevcut ağrılarda azalma ortaya çıkar. Fİzik tedavi kaplıca gibi diğer kür tedavilerinde olduğu gibi ortalama 20 kez yapılması gereken tedavidir. Tedaviler hergün olabildiğince aynı saatte yapılmalıdır. Bunu sağlamak için tıpkı kliniğimizde yapıldığı gibi hastaların evlerinden daima aynı saatlerde alındıkları servis hizmetlerini önermekteyiz. Böylece tedavi sonrası hasta yollarda fazla yorulmayacak ve tedavi etkisi daha da yüksek olabilecektir.

Hastalar hekimin vereceği tüm öğütlere uymalıdır. Bunlar, diyet, düzenli ilaç ve egzersiz gibi öneriler olabilir.Eğer kireçlenme hastalığı başlar başlamaz hekime başvurmuş ve erkenden fizik tedavi yöntemine başlamışsanız sorununuz uzun süreli olarak büyük ölçüde çözülür. Halbuki hastalık eskitildikten sonra yapılacak bir kür fizik tedavi yeterli olmayabilir. Bu gibi durumlarda diğer tedavi seçenekleri yetersiz kalacağı için neredeyse her yıl veya 2 yılda bir sadece bu nedenle yeniden fizik tedavi kürleri yapmak gerekecektir.

Kuru ciltler için bitkisel maskeler


Yulaf içi maskesi: 2 çorba kaşığı yulaf içi, suda veya sütde 15 dakika kaynatılır. Soğuduktan sonra mahlülle bir kaşık bal ilave edilir. Hafif sıcak vaziyette yüze sürülüp, 15 dakika bekletilir. Yüz ılık su ile yıkanır.

Kabak maskesi: Pişirilmiş kabaktan 2 çorba kaşığı iyice karıştırıldıktan sonra, içerisine 1 çorba kaşığı zeytin yağı veya badem yağı karıştırılır. Elde edilen karışım yüze sürülür, 20 dakika sonra ılık su ile yıkanır.

Havuç maskesi: 2 havuç rendelenir, yumurta akı ile çırpılır, 1 tatlı kaşığı zeytin yağı veya süt ve az miktarda nişasta karıştırılır. Sonra yüz boyun ile birlikte yağlanır. 30 dakika sonra ılık su ile yıkanır.

Marul maskesi: Marul yaprakları ince ince kıyılır, üzerine zeytin yağı ve birkaç damla limon suyu sıkılır (lapa haline gelmesi için). Yüze sürülür. 20 dakika sonra yavaş yavaş evvela sıcak su ile, sonra soğuk su ile yıkanır. Marul yerine, rendelenmiş turp veya patates püresi de kullanılabilir.

Muz maskesi: Bir adet muz iyice dövüldükten sonra, içerisine 1 tatlı kaşığı süt veya kaymak katılarak karıştırılır. Sonra yüze sürülür. 20 dakika sonra ılık su ile yıkanır.
Elma maskesi: Bir elma iyice rendelendikten sonra, içerisine bir çorba kaşığı zeytin yağı, süt veya kaymak karıştırılır. Yüz ve boyuna sürülür. 20 dakika kadar bekledikten sonra ılık su ile yıkanır.

Şeftali maskesi: OIgun bir şeftali iyice ezildikten sonra, haşlama papatya suyu ile lapa haline gelinceye kadar karıştırılır. Sonra yüze sürülür. 20 dakika bekletildikten sonra yüz, sıcak su ile yıkanır.

Hıyar (salatalık) maskesi: Rendelenmiş hıyara birkaç damla limon suyu damlatılır. Yüz ve boyuna sürülür. 20 dakika sonra bir mendil veya bir bezle iyice temizlenir, yüz yıkanmalıdır.

Koyu renk yaşlı, açık renk ruj genç gösterir


Evet, sezonun dudaklardaki moda rengi kırmızı. Ama kırmızı ruj, herkesi sevmez. Ayrıca unutmayın ki, koyu renk rujlar kadını yaşlı gösterir. Sıcak ve renkli tonlarsa daha genç bir görünüm kazandırır, yüzünüze canlılık verir. Yine koyu renk rujlar dudakları olduğundan küçük, açık tonlarsa dolgun gösterir.

Modaya uyup, dudaklarınıza vurgu yapmak istiyorsanız göz ardı etmemeniz gereken noktalar var. Kırmızının hakimiyeti ilan edildi edilmesine de, modanın tuzağına düşmemek lazım. Uzmanların önerisi, sadece modaya göre değil, cilt rengi ve dudak tipine göre seçim yapmanız.

İşte Makyöz Robert Jones’den doğru ruj hakkında birkaç ipucu:

Parlak ve sıcak renklerin sizi daha genç göstereceğini unutmayın. Çok koyu herhangi bir renk, dudaklar için ölümcül olabilir.
Solgun renkler dudakları aydınlatır, daha dolgun ve genç gösterir. Koyu renklerse olduğunda daha küçük ve ince.
Pırıltılı dudaklar her zaman daha seksidir.
Dudaklarınız kuruysa mat rujlardan uzak durun. Daha dayanıklı olsalar da dudaklarınızın kuru görünmesine yol açar.
Kremli rujlar her zaman en güvenilir seçenekler. Çünkü bu formül hemen her durumda işe yarar.
Parlatıcı bir parça renk verir ama ruj kadar dudakta kalmaz.

Kalemin de bir sınırı var
Dudak kalemi işe yarar ama mucizeler yaratmaz. Yapabileceklerini bilmek, kullanıp kullanmayacağınıza daha kolay karar vermenize yarar:
Dudak kalemi ağzınızın sınırlarını çizmeye ve düzgün değilse dudaklarınızı yeniden şekillendirmeye yardımcı olabilir.
Dudak boyasının teninize akmasını önleyebilir.
Rujunuzun daha uzun süre dayanmasını sağlar.

Daha iyi görünmek için
İyi görünmesini istiyorsanız, haftada bir kez dudaklarınızı soyun.
Rujdan önce dudak kremi ve nemlendirici sürün.
Rujunuzun gün boyu dayanmasını beklemeyin. Uzun süre dayanan formüller dudakları kuru gösterir.
Dudak kalemini sürün ama bununla yetinmeyin. Dudak kalemini dudaklarınızın iç kısmına doğru (varsa fırçayla) yayın ki rujunuzun gitse de kalemle boyadığınız yerler çizgi halinde kalmasın.
Dudak kalemini sürmek için, üst dudakların ortasındaki V’den başlayın. Daha sonra dış köşelerden başlayarak, ince ince dokundurmalarla boyayın. Her iki kenarı V ile birleştirin. Alt dudakta da ilk önce alt kavisi belirginleştirin.
Sıra rujda. En iyi sonucu fırçayla sürülen ruj verir.

Dudaklarınız küçükse...
Küçük dudaklarınızı daha dolgun göstermek için:
Dudak çizginizi kapatıcı veya fondötenle silin.
Doğal tonda bir dudak kalemi kullanak, doğal dudak çizginizin hemen üstüne, alt ve üst dudaklarınızın çevresini çerçeveleyin.
Üst ve alt dudağınızın tam ortası hariç, dudakların içini tamamen dudak kalemiyle doldurun.
Parmak ucunuza çok az miktarda açık renk bir kapatıcı alın ve bu orta kısma sürün. Ruj sürerken bu bölge daha açık renk olacaktır. Bu da dolgun görünüm kazandırır.
Tüm dudağa hafif ve parıltılı bir ruj sürün.

Mesude Erşan

3 Şubat 2008 Pazar

Boşanma ve Çocuk


Boşanma hiç kuşkusuz, çocukların başına gelebilecek en sarsıcı olaylardan birisi ve potansiyel olarak onların gelişmelerini ciddi bir biçimde etkileyecek bir dizi değişikliği de beraberinde getirmektedir.

“Potansiyel bir durumdur, çünkü boşanmış bir ailenin bireyi olarak yaşamak kaçınılmaz olarak çocuklara zarar veren bir durum değildir. Önemli olan anne ve babanın evlliliklerinin sona ermesini nasıl karşıladıkları, boşanmadan sonra hayatlarını ve ilişkilerini nasıl sürdükleri ve çocukları ile ilgilenmeye devam etmeleridir. 1 yılda 1 milyondan fazla çocuk, anne baba boşanması ya da ayrılığı yaşamaktadır. Boşanmaya karşı çocukların tepkilerinin varlığının farkında oluşun artmasıyla, 1960’lardan bu konu üzerine bir çok araştırma yapılmıştır.

-1975’ten bu yana boşanmalar yılda 1 milyonu aştı.
-Bugün yapılan iki evlilikten biri boşanma ile sonuçlanacak
-1983’te doğan çocukların %45’nin anne babası boşanacak. %35’inin anne babası tekrar evlenecek, %20’sinin anne ya da babası ikinci eşinden de ayrılacak.
-Evliliklerin yarısı ilk 7 yıl içerisinde sona eriyor. Buna göre 1980’lerde doğmuş çocukların aşağı yukarı üçte biri 18 yaşına gelmeden tek ebeveynli bir evde yaşayacak.


Bu istatistiksel veriler boşanmanın ciddi bir sosyal sorun olduğunu şüphe götürmez bir tarzda kanıtlamaktadır. Ancak boşanmayı iyi ya da kötünün karşıtlığı olarak görmek çok basit bir yaklaşım olur.
Boşanma ile ilgili düşündürücü gerçeklerin ve anne babası boşanmış çocukların gelişimle ilgili ve psikolojik sorunlar yaşamak açısından diğer çocuklardan daha fazla risk altında olduğuna dair artan verilerin ışığı altında, giderek daha fazla çift aileyi dağıtmanın doğru olup olmayacağını sorgulamaktadır. Bazıları, en azından çocuklar büyüyüp evden ayrılana kadar, kişisel isteklerini bir kenara atıp evliliği sürdürmeyi düşünebilir. Boşanmayı karşı tarafın istediği durumlarda, eşler karşı tarafın önüne istatistikleri koyarak, karşı tarafta suçluluk duyguları uyandırıp, fikrini değiştirmeyi deneyebilir. Araştırma sonuçları göstermiştir ki; sadece çocukların iyiliği için bir arada kalmanın çok nadir işe yaradığıdır. Bazen, birarada kalmak, çocuklara, anlaşamayan eşlerin boşanmasından daha çok zarar verebilmektedir. Kasıtlı sessiz kalmalardan, sürekli bağrış çağırışlardan, fiziksel şiddet göstermeye kadar çeşitli anlaşmazlık tezahürlerine şahit olmuş çocuklar, boşanmış aile çocuklarından daha uyumsuzdur. Kısacası, bazen, bir evlilik sorununu çözmenin tek yolu evliliği sona erdirmek olabilir.

Günümüzde evliliklerin sona ermesi sık rastlanır bir olay olduğu için, bir çok çocuk- çok küçük olanlar hariç- boşanma kelimesini bilmektedirler. Eğer evliliğiniz bir süredir gergin ve mutsuzsa, çocuklarınızın birşeylerin yolunda gitmediğinin farkında olmaları büyük bir olasılıktır. Kavganın-özellikle fiziksel şiddet ve alkolizm- bol olduğu ailelerde, çocuklar farkında olmadan, anne babalarının ruhsal durumlarını okumayı öğrenirler. Kızgın ya da mutsuz bir ebeveyne yaklaşmak için en doğru zamanı çeşitli ayrıntılardan yola çıkarak bulabilirler.
Aynı şekilde ne zaman ortada olmamaları gerektiğini de bilirler. Boşanma hakkında az çok bir şeyler bilmek ve sürekli anne-babanın kavgasına tanık olmak bile birçok çocuğu anne babasının ayrılıyor ya da boşanıyor olduğu haberine hazırlamaz.
Olay patladığı zaman, ki bu çoğu kez anne ya da babanın evden ayrılması ile kanıtlanır, bir çok çocuk gerçekten sarsılır. Eğer çocuk anne ve babasının kavgalarından uzak tutulmuşsa daha da büyük bir şok yaşar. İstismar eden biri bile olsa, bir ebeveynden ayrı olmak çocukları dehşete düşürür. Çocuğun aileyi terk etmiş olan ebeveyni özlemesi doğaldır. Ebeveynin ayrılmış olması çocukların bağlılık duygularını yok etmez.

Amato ve Keith (1991) boşanmış ailelerin çocuklarıyla ilgili yapılan 92 çalışmanın metaanalizini yapmışlardır. Boşanma sırasında çocuğun yaşının, çocuğun psikolojik ve sosyal uyum ve anne-baba ile ilişkilerine üzerine en anlamlı etki eden faktör olduğunu saptamışlardır. Her çocuğun gelişim hızı aynı olmasa da, aynı yaş grubundaki çocuklar benzer özellikler taşır. Ailenin dağılması, aynı yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da bir çok değişik duygusal tepkiye yol açar.
Çocuklar bu duyguları ilerideki yaşamlarının çeşitli aşamalarında tekrar tekrar yaşayabilirler. İçinde bulundukları yaşa göre bazı duygular öne çıkar, diğerleri geri planda kalıp ileriki yaşlarda tekrar yoğunluk kazanır.

Okul öncesi çocukların ebeveyn boşanmasına tepkileri
Regresyon
Emosyonel gereksinimlerde artma
Bağımlılık, Clinging (yapışkanlık, yetişkinin eteklerinin dibinden ayrılmama)
Artmış Agresyon
Korku, üzüntü, kızgınlık olarak gözlenebilmektedir.
Klinik çalışmalarda genel olarak okul öncesi dönemdeki çocukların akut yas dönemimi yaşantılarının benzer olduğu belirtilmektedir.

Gelişimsel evreye bağlı olarak 3 özgün faktör zedelenebilirliği (vulnerability) belirlediğine işaret edilmektedir (Roseby, 1985):

Cinsiyet (Gender): Bir çok bildiride okul öncesi erkeklerin, kızlara oranla daha fazla gelişimsel bozuklar gösterdiği ve bu problemlerin daha uzun sürdüğü gösterilmiştir (Emery 1982, Hetherington ve ark 1978, 1979, Hodges ve Bloom 1984, Kurdek ve Berg 1983, Wellerstein ve Kelly 1980b).
Cinsiyetler arası fark olmadığını bildiren çalışmalarda vardır (Pett 1982, Reinhard 1977). Boşanmalarda sıklıkla evi baba terk etmekte, psikanalitik çerçeveden erkek çocuğun neden daha sık etkilendiği bu açıdan izah getirilebilmektedir. Okul öncesi çocukların boşanma sonrası babanın yokluğunda erkekliği telafi (compensatory masculinity), egosentrik düşünce ve ödipal korkularla izah edilmektedir (Roseby, 1985).

Boşanma öncesi evde yaşanan Stres: Boşanma öncesi yaşanan olayların niteliği önemlidir. Eğer boşanma öncesi şiddet ve çatışmalar yoğun yaşanmış ise çocuklar bozuklukları daha şiddetli yaşamakta ve uzun süreli etkilere daha yatkın olmaktadırlar (Wallerstein & Kelly 1974)
Ebeveynlik işlevlerinin yeterli gösterilmemesi (Lack of adequate parenting): Bu durum çocukların güven ve otonomi duygusunu olumsuz olarak etkilemektedir (Wertman 1972).


Kısa Dönemdeki (Akut ) Etkiler
Okul öncesi çocukların bilişsel, gelişimsel sınırlılıkları ve duygusal immaturiteleri sebebiyle, boşanmaya tepkileri abartılı olmaktadır. Wallersteib ve Kelly (1980b) okul öncesi çocukların boşanmanın akut dönemdeki kriz etkilerine oldukça duyarlı olduklarına dikkat çekmişlerdir. Bu semptomlar bu yaş çocuklarının olaylara immatur yaklaşımları, fantazi ile gerçeği ayırt etmede güçlükleri, bakım ve korunma için anne-babaya muhtaç ve bağımlı oluşlarının farkında oluşlarıyla ilişkilidir.

Erkekler babanın gidişini kızlara oranla daha az tolere etmektedirler. Bu çalışmada ayrılık sonrasında 1 yıl sonra yapılan değerlendirmede bu çocukların çoğunda; regresyon, agresyon ve korkunun kaybolduğu gözlenmiştir. Eğer bu bulgular devam ediyorsa, bu durum boşanmanın kendisinden başka faktörlere bağlıydı.

Bunlar: devam eden ebeveyn çatışması ve yetersiz anne-baba işlevlerinin olmasıydı. Bu durum çalışmadaki 34 çocuğun yarısında gözlenmekteydi. Bu durum ; çok küçük çocuklarda boşanma kararı ve erken yas evresinde kriz tepkilerinin normal olabileceğini düşündürmektedir.

Wallerstein ve Kelly: ebeveyn çocuk ilişkisinin kalitesinin boşanmayı takiben ilk yılda küçük çocuğun durumla başa çıkabilmesinin en önemli belirleyicisi olduğu sonucuna vardılar.

Davranışsal Tepkiler

Regresyon
Artmış Agresyon


Klinik çalışmalarda okul öncesi çocukların çoğunun, anne ve babasının ayrılmasına ve boşanmasına, gelişimlerinde tamamladıkları bir aşamaya geri dönerek tepki gösterir. Bu kısa vadede (bir kaç ay) normal sayılabilir. Çocuklara zor durumlardan kaçarak, kontrolü elinde tuttukları, zihinsel olarak emin ve rahatlatıcı bir yere sığınma imkanı verir. Bu davranışların 1 yıl sonrasında iyileşmeye başladığı belirtilmektedir (Hetherington ve ark 1978).

Tipik gerileme davranışları parmak emme, yatağı ıslatma, tutturmalar, anne ve babaya vurma, anne babaya aşırı düşkünlük gösterme ve eskiden sevilen bir oyuncuğa yada nesneye tekrar bağlanmaktır.

Çocuklar, anne ve babalarının evliliğinin sona ermesine duydukları öfkeyi, yaşlarına, kişilik özelliklerine ve ailenin durumuna göre değişen şekillerde ifade ederler. Çoğu çocuk, özellikle erkek çocuklar sık sık kavga ederek, anne ve babaya, öğretmenlerine ve onlarla ilgilenen diğer kişilere bağırarak ve kırıp dökerek öfkelerini açığa vurular.

Kalter ve Rembars’ın çalışmalarında (1981): bu yaş grubu için agresyonu diğer yaş gruplarına göre düşük bulmuştur. Wallerstein ve Kelly (1975) Odipal dönemdeki okul öncesi çocukların daha agresif ve bağımlılık gösterdiklerini belirtmektedir.

Duygusal Tepkiler

Wallerstein ve Kelly (1975) boşanma veya ayrılma kararını açıklandığı erken yas evresindeki 2.5-6 yaş arasındaki küçük çocukların emosyonel tepkileri başlıca:

Korku, anksiyete ve üzüntü
İrritabilite
Akut seperasyon anksiyetesi
Uyku Problemleri
Bilişsel konfüzyon
Otoerotik aktiviteler (masturbasyon)


Bütün çocuklar anne ve babalarının ayrılmasından ve ailenin dağılmasından sonra korkuya kapılırlar. Okul öncesi çocukları daha çok, birlikte yaşadıkları evde kalan ebeveyninde kendini terk edip gitmesinden, giden ebeveyn tarafından eskisi kadar sevilmemekten, yiyecek ya da yatacak yer bulamamaktan korkarlar. Bu korkularını ağlamak, ebeveynden başka kimse ile kalmayı reddetmek veya ebeveyni göz önünden ayırmamak şeklinde ortaya çıkar.

Bu dönemde çocuklar yaşadıklarına bir anlam verebilmek için fantazilere ve masallardaki büyülü olaylara sığınabilirler. Doğadaki olayların merkezinin kendileri olduklarını inandıkları için ebeveynin gidişinin kendisinin suçu olduğunu düşünürler. Hayallerinde, anne babanın hiç ayrılmadığını kurar, reddedilme ve kaybetme duyguları ile başa çıkabilmek için türlü şeyler uydururlar.

Çocuklar anne babanın ayrılma kararı konusunda söz hakkına sahip değillerdir. Ancak suçluluk duygusu bu konuda onların da rolü olduğu düşüncesine yol açar. Bu duygunun nedeni kendilerinin dünyanın merkezi olduklarına inanmaları ve bu yüzden her şeyin nedeninin kendileri olduğunu düşünmeleridir. Eğer daha uslu olsalardı, okulda daha iyi notlar alsalardı, gizlice babalarının gitmelerini istemeselerdi, annelerine geçen gece karşı gelmeselerdi vb. gibi nedenlerle her şeye kendilerinin sebep olduğunu düşünürler. Hatta durumu düzeltmenin de kendilerine bağlı olduğuna inanırlar.

Anne ve babanın boşanmasının üzerinden yıllar geçse de, hatta onlar ikinci kez evlenmiş olsalar bile bir çok çocuk hala onları bir araya getirme hayalleri kurar, bazen anne ve babalar çocuklarına yanlış sinyaller vererek, onların boş yere umutlanmasına yol açarlar.

Okul öncesi yaşlardaki çocukların çoğu cansız nesneleri insan gibi düşünür ve anne ve babanın onları her türlü şeyden koruyabileceğine inanır. Dolayısıyla en büyük korkuları, onları koruyan bu kişileri kaybetmektir. Bir ebeveynin evden ayrılması bu korkunun gerçeğe dönüşmesidir. Bir ebeveyn gittiğine göre, diğeri de her an gidebilir diye düşünürler. Zaman ve mesafe kavramları tam olarak gelişmemiş olduğu için, onlara göre, bir ebeveynin her sabah işe gitmesi ile başka bir şehirde yaşaması arasında bir fark yoktur.

Ayrıca aynı örneklem grubundaki daha büyük çocuklarına oranla daha akut ve büyük tepkiler gösterdiklerine işaret etmişlerdir. Okul öncesi erkek çocukların, aynı yaş grubu kız çocuklarına oranla boşanmadan daha fazla etkilendikleri ifade edilmektedir. Okul öncesi çocuklarda boşanmanın akut etkileri bir yıllık sürede genellikle düzelmektedir.

Uzun Dönemdeki Etkiler
Wallerstein (1984), erken dönemdeki bulguların aksine, 10 yıllık takip çalışmalarında: küçük çocukların daha büyük çocuklara oranla anlamlı derecede daha az emosyonel problem yaşadıklarını saptamıştır. Araştırmacı bunu o dönemde yaşananları küçük çocukların anımsayamamaları ile ilişkili olarak değerlendirmiştir.


Erkek çocukların Cinsiyet Özdeşimi

Yapılan ilk çalışmalarda (Biller 1970, Westman 1970): cinsiyet özdeşimi ve bozulmuş güven ve otonomiyi araştırmak amacıyla araştırmalar yapmışlar. Psikoseksüel gelişimin odipal evresinde boşanma yaşayan erkek çocukların, 3 yaş öncesi ebeveyn boşanması yaşayan erkek çocuklara oranla daha fazla agresif davranışlar gösterdiklerini saptamışlardır.

Santrock (1970) yaptığı çalışmada 0-2yaş, 3-5 yaş ve 6-9 yaşlarında boşanma veya ayrılık yaşamış 11 yaşındaki çocukları çalışmasına almış: erken yaşlarda boşanma yaşayan çocukların daha düşük derecede agresyon gösterdiklerini bildirmiştir.

Psikoanalitik alnda çalışan araştırmacılar ve klinisyenler baba-yokluğu çalışmalarında tipik olarak altını çizdikleri; ödipal evrede artmış agresyonu erkekliği telafi ile açıklamaktadırlar (Gardner 1977).

Kızların Cinsiyet Davranışı

Kalter ve Rembar (1981) 3-5 yaşlarında ebeveyn ayrılığı veya boşanmış ergen kızlarla yaptıkları çalışmada; bu kızların arkadaşlarına karşı daha fazla agresyon gösterdiklerini, aynı yaş grubundaki erkeklere oranla daha fazla akademik problemler yaşadığı gözlenmiştir. Araştırmacılar: bu kızların ödipal dönemde yaşadıkları boşanmaya karşı öfkeyi internalize ederek puberteye kadar taşıdıklarını ileri sürmektedirler.

Hetherington (1972): 13-17 yaşında intakt, dul ve boşanmış aile kızlarıyla yaptığı çalışmada: boşanmış ailelerdeki kız çocuklarının dul ailesi kız çocuklarına oranla daha fazla heteroseksüel patern ve düşük benlik sayısı saptamıştır. 5 yaşından önce ebeveyn boşanması yaşamış kızlar, 5 yaşından sonra ebeveyn boşanması yaşayan kızlara oranla; daha fazla erkeklerle uygunsuz ilişkiye girdikleri, daha fazla baştan çıkarıcı davrandıkları, daha erken ve daha sık flörte ve cinsel ilişkiye başladıkları görülmüştür.
Baba yokluğu açısından bakıldığında Hetherington kızların ödipal dönemde bir erkek ebeveyni kaybının etkilerini ergenlik döneminde gösterdiklerini ileri sürmüştür. Baba yokluğu, kızların erkeklerle etkileşimlerini etkişlediğini iddia etmiştir.

Davranışsal ve akademik etkiler

Kalter ve Rembar (1981) ‘e göre anne-baba ayrılığını ödipal dönemde yaşamış, anlamlı derecede daha yüksek derecede okul davranış problemleri yaşadıklarını bulmuştur. Araştırmacılar ödipal dönemde ayrılık ve ya boşanma yaşayan erkek çocukların agresyonlarını latans döneme taşıdıklarını ileri sürmektedirler.

Blachcberd ve Biller (1977): baba yokluğu yaşayan erkek çocukların okul başarılarını araştırmasında: 5 yaş öncesi ebeveyn boşanması yaşayan latans yaşı erkek çocukların anlamlı derecede daha sık okul başarısızlığı yaşadıklarını saptamıştır.

Çoğu baba sevgi doludur ve çocuklarının hayatında olumlu bir rol oynar. Babalar evden ayrıldıkları zaman çocuklarını her karşılarında görebilecekleri güçlü erkek modelinden mahrum etmiş olurlar. Dahası erkek çocuklar sorumluluk, başarı, babalık, diğer insanlarla geçinmek, karşı cinsle ilişki kurmak ve saldırgan huylarını kontrol etmek gibi konularda uygun erkek davranışlarını öğrenmek için belki de hayatlarının en güvenilir öğretmenini kaybetmiş olurlar.

Babasız evlerde büyüyen erkek çocukların daha az rekabetçi, sporla daha az ilgili, başkalarına bağımlı ve daha saldırgan oldukları araştırmalarda saptanmıştır. Okulda da başarısız olmaları ve otoriteye başkaldırmaları olasıdır. Eğer baba, erkek çocuk okul öncesi dönemdeyken ayrılırsa, çocuğun cinsel kimliği konusunda da aklı karışır.


Babasız büyüyen kız çocuklar ise karşı cinsle ilişki kurmakta zorlanırlar. Bazıları yaşlarına göre çok uyanmıştır. Bunun nedeni, babaları ile olması beklendiği gibi cinsellik dışı yollarla bir erkeğin ilgisini çekme egzersizleri yapma fırsatı bulamamış olmalarıdır. Yaşça küçük kızlar hayallerinde bir baba yaratıp, onunla kendilerini avutur ve gerçeğin soğuk yüzünden kaçarlar. Babaları tarafından ihmal edilen kız çocukların, mutluluğu, erkekleri mutlu etmekle ölçmeleri çok üzücüdür.

Araştırma sonuçları çatışmalar sonucu yıpranmış bir ailede yaşayan çocukların, boşanmış ailelere oranla daha fazla problemler yaşadığıdır. 1965-1979 arasında boşanma oranları hızlı artış göstermiştir. 1970’in sonlarında veya 80’lerin başında doğan %40-50 arası çocuk boşanma deneyimi yaşayacakları tahmin edilmektedir ve bunlar yaklaşık 5 yıl boyunca tek ebeveyn evlerde yaşayacaklardır. Boşanmış annelerin %75’i , babaların %80’i tekrar evleneceğinden, ikinci bir boşanma riski de artmaktadır (Hetherington, 1989).

Sonuçta çocuklar bir geçiş gösterirler: orijinal aileden tek ebeveynli aileye, genellikle anne ile, eğer yeni bir evlilik olursa yeni aileye ve yeni ebeveyne ve sıklıkla yeni kardeşlere uyum sağlamakla yüz yüze kalır.

Boşanmada annenin velayetindeki erkek çocukta özel sorunlar oluşmuştur. Tersine, tekrar evlenme ergenlik öncesi kızlar için özel problemler doğurmuştur. Tekrar evlenmeyi takiben ikinci yılda, anne ile kız çocuğu rasındaki çatışmalar yüksekti. Tekrar evlenmenin olduğu kızlarda, intakt ve evlenme olmayan boşanmış aile kızlara oranla daha fazla talepkar, daha hostil, ve baskı altında ve daha az sevecen oluyorlardı. Davranışları zamanla iyileşirken, aileleriyle aralarındaki zıtlaşma ve distruptif davranışlar devam ediyordu.

Üvey babaya yakınlaşma ilişkilerinde problemler özellikle kız çocuklarında yaşanıyordu. Bunun birinci sebebi boşanmanın fırtınalı döneminde anne-kız arasında oluşan olumlu ilişkinin yeniden evlenme ile bozulması olabilir. Boşanma sonrasında anneler kızlarına daha fazla bağımsızlık, otorite, ve karar verme sorumluluğu veriyorlar (boşanma öncesi yaşantıya oranla). Bu sonuçta eşitlikçi ve ortak destek ilişkisine dönüşüyor (en azından ergenlik öncesi kızlarda). Sonuçta; ergenlik öncesi kızlar, annelerinin yeniden evlenmesine gücenebilmekte ve üvey baba onun bu ilişkisi için tehdit oluşturabilmektedir. Üvey baba üvey kızını kontrol altında tutmak için iyi ebeveyn olmak yerine, yoğun duygusal katılıktan kaçınan nazik yabancı rolü alabilir. Küçük ve daha büyük çocuklar üvey babayı sonuçta sıcaklıkla kabullenirler fakat 9-15 yaşlarındakiler direnç göstermeye devam ederler çünkü bağımsızlıkları için mücadele etmek sebebiyle, çünkü güçlü seksüel arzuları nedeniyle biyolojik olmayan babayı tehdit olarak görmelerinden dolayıdır.

Hetherington (1989) yeniden evlenmenin sıkıntılı dönemlerinde kardeşlerin olmasının tampon ya da destekleyici olup olmayacağını sorgulamıştır. Yeniden evlenmiş ailelerin çocuklarında ambivalans, hostil, düşmancıl ilişkiler boşanmamış ailelere göre daha sıktır. Daha da ötesi kardeş kıskançlığı, agresyon ve alaka kurmama, antisosyal davranışların artmasında önemli rol oynar. Bu tarz erkeklerde kızlara oranla daha sıktır. Kardeş ilişkileri zamanla iyileşirken, yinede boşanmış yeniden evlenmiş grupta diğer iki grupa oranla (intakt, boşanmış yeniden evlenmemiş) daha fazla bozukluk kalır.

2 Şubat 2008 Cumartesi

Kemoterapi ve Radyoterapi sirasinda BESLENME


Hastaniza öncelikle Radyo Terapi sırasında bol su içirin, ve çekirdegi ile birlikte bol bol siyah üzüm yemesini söyleyin.

Bu temel önlem yanında asagıdaki karisim hem hastanizin Rt ile tahrip olan bagisiklik sisteminin onarilmasina yardımcı olacaktır, hem de Rahim Ca. kök hucrelerine karşı hastanın mücadele gücünü arttıracaktır.

1- Reishi Mantari
(Ling Zhi Mantari) Tabletleri

2- Propoplis Tabletleri

3- Spirolinus Tabletleri

4- Astragalus Tablet Ya Da Cayi

5- (Gercek) Kirmizi Ginseng Tabletleri

birlikte kullanilabilir.

Bu karışım hastanızın bağışıklık sistemini Kt Ve Rt tahribatindan koruyacaktır.

Yukarıda saydığım doğal ürünlerin , kanser kök hücrelerine karşı en küçük bir etkisi olmadığı (Ulkemiz Haric Neredeyse Butun Dunyada) bilinen Kemoterapi Ilaclari ya da Radyoterapiden çok daha yararlı olması beklenebilir.

Rahim Kanseri kök hücrelerini keşfeden bu alanda etkili olabilecek tedavi yöntemleri konusunda araştırma yapan bilim adamları hakkında bilgi almak için "Kemoterapi Ve Kanser Kök Hucreleri" adlı kitabımdan yararlanabilirsiniz .

Saygilar
Dr. M. Kursat Bozkurt