31 Ocak 2008 Perşembe

Vücut Bakım Kitabı



Esinlendirici, aydınlatıcı ve son derece pratik bir kitap olarak The Body Shop Vücut Bakım Kitabı her yaştan kadın için mükemmel bir kendini iyi hissetme rehberidir.

- Sağlığınızı, görünüşünüzü ve benliğinizi geliştirecek yüzlerce yaratıcı fikir.

- Kadın sağlığı ve fitnesle ilgili en yeni ve en ilginç bilimsel araştırmaların sonuçları.

- Yoga, tay çi, Pilates, masaj, cilt bakımı, beslenme ve aromaterapi vb. konularda uzmanların görüşleri.

- Enerji kazanmaktan güçlenmeye, detokstan gevşemeye kadar temel yararlarına göre düzenlenmiş egzersiz ve uygulamlar.

- Sağlıklı yemekler, tonikler ve vücut bakımı uygulamaları için kolay hazırlanabilir özgün tarifler.

Yazar: Mona Behan/Susan Elisabeth Davis

Flavonoidler nasıl koruyor?


Vücuda zarar veren öğeleri etkisiz hale getiren 'flavonoidler' hastalıklara karşı direnci artırıyor

Yeterli ve dengeli beslenme sistemi içerisinde yer alan bazı besinlerin sağlığı geliştirici, hastalık risklerini azaltıcı etkileri bulunmaktadır.
"Fonksiyonel besin" olarak tanımlanan bu besinlerin sağlık üzerine etkileri bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Fonksiyonel besinlerden biri olan "flavonoidler" antioksidan özellikleri olan yani vücuda zarar veren öğeleri etkisiz hale getiren bitkisel maddelerdir.
Çeşitli flavonoid türleri bulunmaktadır.
Kimyasal yapı ve şekillerinden kaynaklanan farklılıklar nedeniyle bu değişik türlerin vücuttaki etkileri de farklıdır. Flavonoidler aynı zamanda meyve ve çiçeklere renklerini veren, çevresel stres faktörlerine karşı bitkilerde koruma sağlayan maddelerdir.
İnsanlarda ise flavonoidler;

Antioksidan aktiviteleri ile "serbest radikal" olarak adlandırılan ve hücrelere zarar veren maddeleri yakalayarak zararsız hale getirirler.

Bazı durumlarda antibiyotik gibi zararlı mikroorganizmanın fonksiyonunu baskılarlar, böylece virüslere ve bakterilere karşı koruma sağlarlar

Bağışıklık sisteminin dayanıklılığını artırırlar. Damarları korurlar.

C vitamininin gücünü artırırlar.

Vücutta ülser ve ishal gibi hastalıklarda ve romatizmal durumlarda ilaç gibi hareket ederler.

Vücutta "histamin" adı verilen ve alerjik reaksiyonlara neden olan maddenin neden olduğu alerjik reaksiyonların önlenmesini sağlarlar.

Vücut için önemli olan enzimlerin aktivitelerini düzenlerler.

Kanserli hücrelerin çoğalmasını engellerler. Yapılan çalışmalarda flavonoidlerin akciğer kanseri oranını %50 azalttıkları, tümör hücrelerinin çoğalmasını engelledikleri gösterilmiştir.
Soğan, elma, yabanmersini, kayısı, armut, çilek, ahududu, pırasa, domates, lahana, brokoli, ıspanak, maydanoz, böğürtlen, vişne, kiraz, erik, siyah üzüm, kırmızı şarap, turunçgiller, yeşil çay flavonoidlerin en yaygın besinsel kaynaklarıdır.
Çayda bol miktarda
Siyah ve yeşil çayda kimyasal yapıları farklılık göstermekle birlikte önemli miktarda flavonoid bulunmaktadır. Günlük 4 - 6 fincan yeşil çay tüketimi mide, kolon, meme, sindirim sistemi kanseri riskinde azalma sağlamaktadır.
Yeşil çayda bulunan flavonoidler emilerek kan dolaşımına geçerler ve çeşitli dokulara giderek içerisindeki bu flavonoidlerin özellikleri sayesinde dokuya özel etki gösterirler. Kanserin her aşamasında etki gösteren yeşil çay, kanser hücrelerinin ölümünü sağlar. Vücudun kanser tedavisi için kullanılan kemoterapi ilaçlarına cevabını artırırlar.
Yabanmersini
Karadeniz bölgesi dağlarında doğal olarak yetişen çalımsı bir bitkidir. Koyu kırmızı siyah renkli lezzetli meyveleri vardır. İçerdiği flavonoidler sayesinde antioksidan aktiviteye sahip olan yabanmersini özellikle ışığın az olduğu ortamlarda daha iyi görme sağlar, ışığa duyarlılığı artırır, gözün değişen ışık kaynaklarına adaptasyonunu sağlar. Damarlar üzerine koruyucu etkisi bulunur.

Bir kibrit kutusu lezzet / TAYLAN KÜMELİ

'Sağlık için her gün şarkı söyleyin'



Uzmanlar, yüksek sesle şarkı söylemenin, psikolojik rahatlık sağladığını bunun da sağlık açısından oldukça önemli olduğunu vurguluyor Sağlıklı yaşam için yediğimiz besinler kadar, spor yapmak, neşeli olmak, moral düzeyini yüksek tutmak da oldukça önemli.
Esenler Hayat Hastanesi Dahiliye Uzmanı Hakan Yılmaztürk, sağlıklı olmak için bazı ipuçları verdi. Her gün bir diş sarımsak yenilmesini öneren Yılmaztürk, sarımsağın vücuttaki hastalık sebebi olabilecek kimyasalların seviyesini yüzde 48 azalttığını, beynin yaşlanmasını önlediğini, kolesterolü düşürdüğünü kaydetti.
Yılmaztürk, Egzersizi ihmal etmeyin" derken, günde bir kilometre yürüyüş ya da haftada üç kez hafif egzersizin kalp hastalığı riskini düşürdüğünü belirtti.
Yılmaztürk'ün verdiği diğer ipuçları şöyle:
-Haftada dört kez kepek içeren ekmek, makarna ya da pirinç tüketmek kanser riskini yüzde 40 azaltıyor.
-Sebze-meyve, özellikle de domates, kırmızı üzüm, brokoli yiyenlerde kalp krizi, kanser ve şeker hastalığı riski düşüyor.
- Yüksek sesle şarkı söyleyin, moralinizi yüksek tutun.
-Hamburger, patates kızartması vs. gibi yiyecekleri tüketmeden önce kalp hastalıklarının üçte birinin bu yiyecekler yüzünden ortaya çıktığını hatırlayın ve fast food'dan vazgeçin.
-Araştırmalar bel ağrısı çekenlerin yatmak yerine normal aktivitelerine devam ettiğinde daha çabuk iyileştiğini gösteriyor. Fazla zorlamamak koşuluyla hareket etmek belinize yatmaktan daha iyi geliyor.
-Düzenli olarak balık yemek kalp riskini azaltıyor, ayrıca balıkta bulunan yağlar bağışıklık sisteminizi güçlendiriyor.
-Fazla tuz, felce ve kalp hastalıklarına davetiye çıkarır. Günde 5 gramdan fazla tuz tüketmeyin.

"Sıfır beden" takıntısı!


Uzmanlar bir tehlikeye dikkat çekiyor: "Sıfır beden olma isteği beden imaj bozukluğu olabilir. Bu bozukluğa yakalanan kişide kilo kaybetmenin sınırı yoktur" Ondokuzmayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Karacalar, son günlerde çok tartışılan "sıfır beden"in beden imaj bozukluğundan kaynaklanabileceğini belirterek, bu bozukluğa yakalanan kişide kilo kaybetmenin sınırı olmadığını söyledi.
Karacalar, son günlerde çok tartışılan "sıfır beden"in bir güzellik ölçütü olduğunu, ancak bu güzellik ölçütünün aşırıya kaçırıldığını söyledi.Bayanların sıfır beden olma isteğinin "Beden imaj bozukluğu" olabileceğini belirten Karacalar, "Beden imaj bozukluğu aşırı olarak algılanan ya da var olduğu zannedilen bir görüntü bozukluğuna hastanın aşırı takılması durumudur.
"Kilosu konusunda bu bozukluğa yakalanan kişide kilo kaybetmenin sınırı yoktur"dedi.
Güzellik ölçütlerinin aşırıya götürülmesinin, bir çeşit takıntı olduğunu ifade eden Karacalar, kilo, yara izleri, burun, saç, dudak ve dişlerin en çok takıntı haline getirilen yerler arasında olduğunu kaydetti.
Beden imaj bozukluğu olan kişilerde ilgili sorunlarını giysi ya da aksesuarlarla aşırı gizleme eğilimi olduğunu anlatan Karacalar, "Sürekli tartılma, sürekli aynada kontrol eylemi ya da aşırı egzersiz düşkünlüğügörülebilir. Bazen de tam tersi yansıyan yüzeyle karşılaşmak dahi istemezler. Sürekli fotoğraf çektirerek kontrol, ölçme, sürekli çevreden destek, toplumsal temastan kaçınma diğer bulguları arasında yer alır" diye konuştu.
Beden imaj bozukluğuna toplumda yüzde 2 oranında rastlandığını ve bu oranının son zamanlarda giderek arttığını belirten Karacalar, şunları kaydetti: "Bu bozukluğa yakalanan ve zayıflayan kişi kilosuyla ilgili sağlıklı değerlendirme yapamaz. Ancak, çevreden duyduğu sıfır beden idealine ulaşırsa belki tatmin olur. Özellikle normal kadınların bile bacaklarını ve kalçalarını gerçek olandan ya da başkasının gördüğünden daha büyük ve kalın gördükleri saptanmıştır. Bu nedenle özellikle kadınlarda kilo takıntılı beden imaj bozukluğunun sık görülmesi doğaldır."
PSİKOLOJİK DESTEK
Kişilerde beden imaj bozukluğu olup olmadığı estetik cerrahi girişiminden önce mutlaka saptanması gerektiğini anlatan Karacalar, yapılan estetik cerrahi girişimlerin genellikle bu kişileri mutlu etmediğini ve "bu mutsuz hasta gurubu"nun sık ameliyat olduğunu söyledi.Karacalar, beden imaj bozukluğu olan kişilerin ameliyat öncesi saptanmasının öncelikle psikiyatrik destek için şart olduğunu vurguladı.

30 Ocak 2008 Çarşamba

Cinsel Mutluluk Evliliğin Keyif Kaynağı


Cinsellik, sadece mutlu bir evliliğin değil hayatın da temel koşullarından biri. Dile getirilmeyen sorunlar evliliği de sarsıyor.

Yatak odasında yaşanan ve çiftlerin birbirini incitmemek adına dile getirmediği sorunlar evliliği sarsacak kadar ciddi. Yaygın görülen sorunların tedavisi çok kolay olmasına rağmen erkeklerin sadece yüzde 1'i çözüm arıyor

Cinsel mutluluk temel öge
Cinsellik, sadece mutlu bir evliliğin değil hayatın da temel koşullarından biri. Ancak Türkiye'de pek çok çift için bu alan sorunlu. İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Doğan Şahin'e göre, birçok kişi karşı tarafı hayal kırıklığına uğratan, cinsel haz ve doyum almasını engelleyen sorunlara sahip olmasına rağmen, bu sorunu gidermek için hiçbir şey yapmıyor. Doğan, "Erken boşalma tedavisi çok kolay, başarı oranı çok yüksek ve kısa sürede tedavi edilebilen bir sorun olmasına ve erkeklerin yaklaşık üçte birinde görülmesine karşın, erkeklerin ancak yüzde 1'i, çoğunlukla da eşlerinin ısrarları sonucu tedaviye geliyor" diyerek soruna dikkat çekiyor.

Sizce evlilikte önemli olan nedir?
İnsanlar neden evlenir?
İnsanlar esas olarak bir aile kurmak ve anne-babalarından gördükleri yaşam biçimini hayata geçirmek üzere evlenirler.

Evlilik ya da aşk ilişkisi üç önemli ayak üzerine kuruludur:
• Sevgi, şefkat, bakılma
• Beğenilme, onaylanma, hayranlık
• Arzulanma.

Bu üç özellik birbiriyle etkileşim içindedir ve doyumlu evliliklerde uygun bir denge hali içerir. Bu üç unsurdan sadece biri ya da ikisi söz konusu ise çiftlerin bir arada olmalarını sağlayan bağ olabilir ama tam olarak mutluluk ve doyum veren bir birliktelikten söz edemeyiz. İnsanlar yetişme dönemleri boyunca bir ilişkiyle ilgili iki hususta kanaat oluştururlar. Biri ilişkinin biçimi hakkında. Yani ilişkideki rol dağılımları, karşı taraftan kendisine nasıl davranmasını istedikleri, ikincisi de yaşama tarzları hakkında. Nerede oturacaklar, kimlerle arkadaşlık edecekler, nasıl bir sosyal konumları olacak gibi.
Cinsel mutluluk, bu konularla ilgili olmakla birlikte, kendi başına da çiftin ilişkisi ve mutluluğu üzerinde etkisi olan önemli bir öğedir. Bunların yanında insanların son derece kişisel olan bir yanları da cinsel hayatlarıdır.
Ne sıklıkta birlikte olmak isteyecekleri, nasıl sevişmek istedikleri, ne yapmak ya da yapmamak istedikleri ve kendilerine nelerin yapılıp yapılmamasını istedikleriyle ilgili olarak...

Türkiye'de evli çiftlerin cinselliği nasıl sizce?
Halkımızın cinsel eğitimi açıkça yetersizdir. Erkekler cinsel bilgilerini daha çok akranlarından ve arkadaşlarından, kadınlar ise eşlerinden öğrenmektedir. Ailelerden çocuklukta aktarılan bilgiler cinselliğin günah ve ayıp olduğu yönündedir. Kadınlara aileleri tarafından aktarılan bilgiler, kızlık zarının kutsallığı ve korunmasının ehemmiyeti, cinsel ilişkinin acı verici olduğu ve evlenene kadar erkeklere dikkat edilmesi yönündedir. Cinsellikle ilgili bilgiler yetersiz ve yanlışlarla doludur.

28 Ocak 2008 Pazartesi

Geniz Eti


Geniz eti burun ile boğaz arkasında yerleşmiş bir dokudur. Sanıldığı gibi sadece hastalık oluşturduğunda değil aslında sürekli var olan ve bademcikler gibi görev yapan bir organdır. Burundan giren yabancı maddelere, mikroplara karşı vücudun savunma sisteminin bir parçasıdır.

Geniz eti ergenlik dönemi ile birlikte gerilediğinden hastalıklarıyla sıklıkla çocukluk çağında karşılaşırız. İltihaplanması ve aşırı büyümesi durumunda bazı şikayetlere yol açabilir. Burundan nefes almakta güçlük, horlayarak uyuma, uykuda terleme, büyüme gelişme geriliği, gürültülü nefes alma, uykuda nefes durmaları gibi şikayetler görülebilir.

Geniz eti büyümeleri alerjik bünyeli çocuklarda özellikle sık görüldüğünden bu konuda bir araştırılma yapılması konusunda doktorunuzla görüşmenizde fayda olacaktır.

Doktorunuz ilaç tedavisiyle düzelmeyen geniz eti problemleri için çocuğunuza ameliyat önerebilir. Geniz eti ameliyatı sıklıkla bademcik ameliyatı ile birlikte yapılmakla beraber tek başına da yapılabilir. Yalnız geniz eti alındığı durumlarda operasyon sonrasında belirgin ağrı yakınması olmayacaktır.

Geniz eti ameliyatları genel anestezi ile oldukça güvenilir şekilde yapılmaktadır.

Genellikle hastanede kalış süresi 5-10 saattir. Operasyon sonrası birkaç gün sıvı gıdalarla beslenme önerilir.

Dudak kalemi ve ruj nasıl uygulanır?



Dudak kalemi isteğe bağlıdır, ama kullanacaksanız, önce onu kullanmalısınız. Rujunuzdan daha koyu renkli bir dudak kalemi kullanmayın; çünkü eğer rujunuz solar ve dudak kaleminiz solmazsa, sadece bir dış çizgi ile kalırsınız. Nötr ya da ruj karışımlı bir kalem kullanın. Üst dudağınızın ortasından başlayarak ve doğal dudak çizginizi takip ederek, her iki köşeye doğru bir çizgi çekin. Aynı işlemi alt dudağınız için de tekrarlayın. Rujunuz için ekstra tutma gücü isterseniz, tüm dudağınızı dudak kalemi ile boyayabilirsiniz.

İpucu: Ucunu daha kolay açmak için, dudak kalemini birkaç dakika buzdolabında soğutun.


Rujunuzun altındaki toz pudra ya da bir miktar fondöten, kalıcılık gücünü maksimize edebilir. Her ikisi de dudaklarınızı kurutabileceğinden kremli bir ruj kullanın. Dudaklarınızı gerin ve alt ya da üst dudağınızın ortasından başlayarak, rengi köşelere yayın. Fazlalığını alın, yeniden ruj uygulayın ve tekrar fazlalığını alarak uzun süre kalıcı olmasını sağlayın.

İpucu: Rujunuzu, en doğru şekilde bir dudak fırçası yardımıyla uygulayabilirsiniz.

www.modaturkiye.com

25 Ocak 2008 Cuma

Kışın kilo almamak için...

Soğuk havanın etkisi ile metabolizmanın bir miktar hızlandığını, buna bağlı olarak ısı dengesini koruyabilmek için yeme ihtiyacının arttığını belirten Diyetisyen Aşkın Yüksel kış aylarında kilo almamak için tavsiyelerde bulunuyor.

KIŞ AYLARINDA NEDEN KİLO ALIRIZ?
Aktivite ve bazal metabolizma hızının azalması: Kış aylarında metabolizma hızının azalmasının yanı sıra aktivitelerimiz de azalır ve harcanandan daha fazla enerji tüketimi ile kilo almaya başlarız.

Gündüzlerin kısa ve gecelerin uzun olması: Gündüzler kısa olduğundan gün içerisinde beslenmemize çok dikkat etmeyiz. Gün boyu acıktığımızı bile hissetmeyiz. Gece olunca gün boyu yaşanan uzun süreli açlıkla yemek yememizi kontrol edemez hale geliriz. Akşamları yavaş olan metabolizma iyiden iş göremez hale gelir ve yağlar depolanır.

Soğuk hava ile birlikte vücut ısısının azalması: Vücudumuz soğuklardan kendisini korumak için gerekli bir ısıya ulaşmak zorundadır. Bu ısıya ulaşmak içinde ek olarak enerjiye ihtiyacı vardır. Bu enerji de besinlerden alır. Biz üşüdükçe enerjiye olan gereksinmemiz artar ve daha fazla besin tüketmeye özellikle de daha fazla enerji veren besinleri tüketmeye başlarız. Yüksek enerjili besinler genellikle karbonhidrattan ve yağdan zengin gıdalardır. Bu tür gıdaların fazla miktarda tüketilmesiyle kilo alma kaçınılmaz olur.

KIŞ AYLARINDA KİLO ALMAMAK İÇİN
5-6 öğünden oluşan az ve sık beslenme sistemi uygulanmalı,
Kan şekerini dengede tutup açlık oluşmaması için proteinli yiyeceklerle karbonhidratlı yiyecekleri karışık tüketilmeli,
Bol su içilmeli,
Gece evde oturmaları uzun olduğundan atıştırma yapılmamalı,
Mutlaka egzersiz yapılmalı. Gün içerisinde yapacağınız 20 dk.’lık orta tempolu yürüyüşler yeterli olacaktır.

Örnek Mönü

Sabah
Şekersiz bitkisel çay
40 gr beyaz peynir veya 1 adet yumurta
2 dilim kepek ekmeği
6 zeytin
Domates + yeşil biber

Ara Öğün-Saat 10.30
1 portakal veya 2 mandalina

Öğle

1 kase çorba
8 yemek kaşığı etli sebze veya kuru baklagil
3 yemek kaşığı bulgur veya 1 orta boy patates
1 su bardağı yoğurt
1 dilim kepek ekmeği
Az yağlı salata

Ara Öğün-Saat 15.30
2 porsiyon taze meyve + kuşburnu çayı

Akşam

1 kase çorba
1 porsiyon balık veya tavuk (derisiz)
6 yemek kaşığı zeytinyağlı sebze
1 orta dilim kepek ekmeği
Az yağlı salata

Gece
2 porsiyon taze meyve

Çocuklarda Hepatit B Enfeksiyonu

Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ayhan Gazi Kalaycı, çocuklarda en çok hepatit A, hepatit B ve hepatit C hastalıklarının görüldüğünü belirterek, hepatitlerin gelişmekte olan ülkelerin önemli bir sorunu olduğuna dikkat çekti.

Dünyada yaklaşık 2 milyar insanın hepatit B virüsünü taşıdığı ve yılda bir milyondan fazla kişinin bu hastalıktan öldüğünün bilindiğini kaydeden Prof. Dr. Ayhan Gazi Kalaycı, "Hepatit B virüsü anneden bebeğe, kardeşten kardeşe veya babadan çocuğa bulaşabilmektedir. Bulaşma genellikle kan yoluyla olmaktadır. Anneden bebeğe bulaştığında hastalığın kronikleşme riski yüksektir. Hepatit B aşı uygulamalarına rağmen anneden bebeğe geçen hepatit B enfeksiyonları günümüzde görülmeye devam etmektedir" dedi.

Hastalıktan korunmak için taşıyıcı anne bebeklerine hepatit B aşılaması yanı sıra uygun zamanda Hepatit B immün globülini yapmak gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Kalaycı, "Ayrıca evlerde, kreş ve okullarda çocuklar için uygun lavabo ve gerekli temizlik maddeleri bulundurulmalıdır. Vücut sıvıları, yaralar ve kirli yerlerle temastan sonra el temizliğine dikkat edilmelidir. Diş fırçası ve tıraş bıçağı gibi vücut salgıları ile temas eden malzemelerin ortaklaşa kullanılmasından kaçınılmalıdır. Serum sızdıran açık yaralar sarılmalıdır. Kan veya tükürük bulaşan maddeler dikkatli bir şekilde temizlenmeli, kullanılmayacaksa plastik torbalar içine konularak atılmalıdır" uyarısında bulundu.

22 Ocak 2008 Salı

"PORSELEN DEMLİK ÇAY SAATİ ETKİNLİĞİ 11"

Sevgili Arkadaşlar,

ben acemiyim ama etkinlik çok hoşuma gitti bende katılmak istedim..
http://hobievigardenya70.blogspot.com/arkadaşımın evsahipliğine teşekkür ederim ..


Peynirli Poğaça

Hamuru için:
100 gr margarin
¾ su bardağı zeytinyağ
1 su bardağı yoğurt (orjinal tarifde yok ama ben ekliyorum guzel oluyor)
1 su bardağı su
1 paket kabartma tozu
Aldığı kadar un (Hamuru cok yumusak bırakmayacak kadar)

***Eğer peyniriniz tuzsuz ise, 1 cay kaşığı tuz ekleyebilirsiniz.


İçi için:
Beyaz peynir
İsteyen maydanozla karıstırabilir ( ben maydanoz yemem, sadece peynir koyuyorum )


Üzeri için:
Yumurta sarısı
Çörek otu / Susam
Hemen servis edilecek ise kasar peynir rendesi de konabilir, beklerse kaşar rendesi çok sertleşiyor.


Elektrikli Mini Fırında, yaklaşık 150 derecede 50 dakika kadar pişiriyorum, fırına göre değişebilir.


Afiyet olsun :)

NOT: Acemilikden resim çekmem gerektiğini unuttum, en yakın resmi www.koolpa.com sitesinde buldum. Görsellik açısından ekledim..

Suna Dumankaya'dan Öneriler-2

Ben 32 yaşındayım. Karın çevremde çok yağlanma var. Yememe dikkat etmeye çalışıyorum, mekik hareketi yapıyorum, ama bunlar da işe yaramıyor. Önerebileceğiniz bir karışım var mı? Bir de boynumda oluşan çizgileri gidermem için ne tavsiye edersiniz?

Her gün düzenli olarak spor yapın, hatta mümkünse bir spor hocasından yardım alın. Benim önerim ise birer çorba kaşığı limon suyu, susam yağı, biberiye yağı ve okaliptüs yağını karıştırıp sorunlu bölgeye dairesel hareketlerle masaj yapmanız… Boyundaki çizgilere gelince; eşit miktarda limon ve greyfurt suyuna batırılmış pamukla kompres yapın, yarım saat bekletip silin. Bir de buğday özü yağı ile masaj yapmanın faydasını görürsünüz.

Suna Hanım, ben 40 yaşındayım ve 2 yıldır nefrit tedavisi görüyorum. Hastalığın etkisiyle göz kapaklarım şişti. Sizin tavsiye edebileceğiniz doğal bir formül var mı?

Geçmiş olsun… Bir su bardağı kaynar suya bir tutam kuşburnu, biraz papatya atıp 10 dakika demleyin. Ilık hale geldiğinde bu suya bir pamuk batırarak gözlerinize kompres yapın. Zaman zaman çay gibi demlediğiniz ebegümecinin suyuyla da kompres yapabilirsiniz.

21 Ocak 2008 Pazartesi

Meyve ve Sebze Sularının Sırları


Tüm dünyada meyve ve sebze sularıyla yaptığı sağlıklı beslenme reçeteleriyle tanınan ve Juiceman (meyve suyu adamı) olarak anılan Joy Kordich, meyve ve sebzelerin suyunu sıkmanın bu gıdalarda bulunan lezzetli, zengin, besleyici maddeleri yoğunlaştırılmış halde sunduğunu anlatıyor...

Meyve ve sebzelerin sağlığımıza yaptığı katkılar, vücuda alınış biçimlerine göre değişiyor. Kordich, sebzelerin suyunun içmenin meyvelerin suyunu içmekten daha önemli olduğunun altını çiziyor...

“İnsan vücudunun ‘canlı hücreler’ inşa etmek için ‘canlı besinlere (pişmemiş) ihtiyacı vardır. Kuruyemişler, tahıllar, kökler ve bezelye, bakla vb. sebzeler de canlı besinlerdir. Hepsi doğrudan topraktan gelir, et, tavuk ve balıkta olduğu gibi ilk önce başka bir hayvan tarafından işlenmezler. Bu yüzden canlı ve hayat doludurlar.”

Meyve ve sebzelerin sağlığımıza yaptığı katkılar, vücuda alınış biçimlerine göre değişiyor. Kordich, sebzelerin suyunun içmenin meyvelerin suyunu içmekten daha önemli olduğunun altını çiziyor ve meyve-sebze yemenin inceliklerini şöyle aktarıyor:,

Sebzelerin bütün olarak yendiklerinde sindirilmesi daha zordur. Daha ağırdırlar ve vücut onları meyveye göre daha yavaş parçalar. Oysa sebze suyu içtiğinizde vücut besini anında emer. Sebzeleri suyu sıkılmış halde tüketerek minerallerin neredeyse yüzde 100’nü alırsınız. Bütün meyveler sebzelerden daha kolay sindirilir ve iyi bir lif kaynağıdır. Ayrıca bir bütün meyve yemek sebze yemekten daha kolaydır.

Meyve suyu sıkacağı ile elde ettiğiniz sular şişede, kutuda ya da konsantre halde marketlerde satılan meyve sularından farklıdır. Birincisi kesinlikle tazedir. Bu önemlidir, çünkü meyve suyunun sıkılmasından kısa bir süre sonra besleyici değerinin çoğu gider. Pastorize edilmemiş meyve suyu canlı hücrelerle doludur, kesinlikle saftır ve katkı maddeleri içermez.
Armut, elma gibi meyvelerde vücudu düzenlemeye yardım eden, sindirime yardımcı olan pektin bulunuyor ve pektin en iyi şekilde meyveler bütün olarak yendiğinde emiliyor.
Canlı ve pişirilmemiş meyveler vücudu toksinlerden temizlemeye, yenilenmenize, enerji kazanmanıza ve aynı zamanda gevşemenize yarar.

Meyve ve sebze suları karıştırılmamalıdır. Burada havuç ve elma istisnadır.
Sebze sularını çiğneme hareketi ile içmek yararlıdır. Ilıklaşıp tatlanana kadar suyu ağızda döndürmek, tükürükte doğal olarak meydana gelen sindirici enzimleri harekete geçirir.

Portakal-Greyfurt-Limon Suyu/ Sindirim kokteyliSıkı bir çalışma veya yemekten sonra içmeniz öneriliyor.
1 portakal
1/4 greyfurt
1/4 limon, kabuğu ile birlikte
Portakal ve greyfurtun, beyaz kısmını mümkün olduğunca bırakarak kabuğunu soyun. Meyveyi dilimlere ayırın. Limonu dilimleyin. Meyveleri sıkacaktan geçirin.

Üzüm-vişne suyu / Canlandırıcı
250 gr. siyah üzüm (ekolojik olarak yetiştirilmişse saplarıyla birlikte)
1/2 bardak çekirdekleri ayıklanmış vişne
Meyveleri karışık olarak meyve sıkacağına atın.

Elma Portakal Suyu / Anti-virüs kokteyli
2 elma,
1 portakal
Elmaları ince ince dilimleyin. Portakalın beyaz kısmını mümkün olduğunca bırakarak kabuğunu soyun ve dilimleyin. Hepsini birlikte meyve sıkacağına atın.

20 Ocak 2008 Pazar

T’ai Chi Ch’uan nedir?


Ülkemizde artık bu sözcüğü duymaya başladık. T’ai Chi Ch’uan -kısaca T’ai Chi, kimi kaynaklara göre geçmişi 5000 yıl gerilerde olan bir Çin egzersiz sistemi. Kimimiz, Çin ile ilgili belgesellerde parklarda, sabahın erken saatlerinde, grup halinde insanların çok yavaş, adeta dalgalanırcasına hareketler yaptığını görmüşüzdür.
İşte, adını o an bilmesek bile, belki de T'ai Chi ile görsel ilk karşılaşmamız böyle olmuştur. Bazen ‘Çin Yogası’ diye adlandırıldığını duyarız. Bir hareket etme sanatıdır da diyebiliriz. Ama sonuçta tek bir cümleye sıkışmış tanımlama onu anlatmaya yetmez; farklı boyutları içinde barındırır. Bir yanıyla hareketli meditasyondur T’ai Chi. Sürekli uygulandığında sağlığımıza olan katkılarını göz önüne alırsak, bir koruyucu hekimlik sistemi olarak karşımıza çıkar. Bir yanıyla da savunma sanatıdır.

Özellikle Çin’in Mao devriminin ardından batı dünyasına geçişi hızlanan T’ai Chi’nin uygulayıcılarının sayısı giderek artıyor.

Jinekolojik muayenede sizi neler bekler?



Kadınlar hayatlarının belli dönemlerinde ya bir şikayetleri olduğu için, ya bir konu hakkında bilgi almak için ya da yıllık olağan muayenelerini yaptırmak için Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı"na başvururlar. Daha önce jinekolojik muayene geçirmiş olanlar herhangi bir korku duymak için bir neden olmadığını bildiklerinden rahattırlar. Ancak ilk kez bir jinekoloji muayenesinden geçecek kadınlar haklı olarak korku ve merak duyabilirler. Bu korku yüzünden bir gece öncesinden uykusuz kalan ya da muayene olmayı sürekli erteleyen çok sayıda kadın vardır. Bu yazıyı okuduktan sonra muayene esnasında sizi neleri beklediğini öğrenecek ve daha az tedirginlik duyacaksınız.
Jinekolojik muayenenin sizin sağlığınızı korumak veya var olan bir sorununuza açıklık getirmek açısından önemli bir olay olduğu bilinciyle doktorla konuşur ve aklınıza takılan soruların hepsini rahatça sorarsanız jinekolojik muayeneden üst düzeyde fayda sağlamış olursunuz.
Jinekolojik muayene adet döngüsünün hangi gününde yapılır?
Jinekolojik muayene genellikle adet kanamasının olmadığı bir zamanda gerçekleştirilir. Ancak bazı durumlarda ve özellikle de ağrı, aşırı kanama gibi durumlarda bu kurala uyulamayabilir. Gerekli olan her durumda ve özellikle de acil durumların aydınlatılabilmesi için kanamalı olunan durumlarda da dahil her zaman jinekolojik muayene yapılabilir.
Jinekolojik muayene esnasında doktorunuzun sizden beklediği, sorulara açık ve net cevap vermeniz ve sağlığınızı ilgilendiren ayrıntıları gizlememenizdir. Muayene odasında doktorun elde ettiği bilgiler onun hiç kimseyle ve hatta özel durumlar dışında meslektaşları ile bile paylaşmadığı sırlardır. Bu sırları saklamak her doktor için mesleki bir onurdur. Jinekolojik muayene sorgulama (latince: "anamnez") ile başlar. Bu sorgulamada doktor şu soruların cevaplarını arar:
Genel sorular
Yaş; Bekar mı / Evli mi? (Kaç yıldır evli); Bekarsa erkek arkadaşı olup olmadığı ve cinsel beraberlik olup olmadığı; Kendisi ve eşinin işi, eğitim durumları.
Şu andaki şikayet
Ne zaman başladı?
Herhangi bir doktora bu şikayet nedeniyle başvurdu mu?

Daha önce benzer şikayetleri oldu mu? Ne tedavi gördü?
Gebelik öyküsü
Daha önce kaç doğum yaptı?
Kaçı yaşıyor?
Daha önce düşük ya da erken doğum oldu mu?
Daha önce istenmeyen gebelik nedeniyle ya da normaldışı kanama nedeniyle kürtaj uygulandı mı?
Adet döngüsü ile ilgili sorular
Son adet tarihi? Burada istenen bilgi son görülen adet kanamasının bittiği gün değil, başladığı gündür.
Kaç günde bir adet görüyor? Burada aranan kanamasız geçen günlerin sayısı değil her iki kanamanın başlangıç günleri arası süredir.
Adet kanaması kaç gün sürüyor? Günlük kanama miktarı ne kadar?
Son 8-12 ay içinde görülen adetlerde herhangi bir sorun yaşandı mı? Yani aşırı kanama, adet gecikmesi sonrası kanama ya da ara kanaması, lekelenme gibi problemler yaşandı mı?
Adet öncesindeki bir hafta-10 günlük dönemde herhangi bir rahatsızlık duyuyor mu?
Adet esnasında aşırı ağrı oluyor mu?
Gebelikten korunmayla ilgili sorular
Korunuyor mu?
Hangi yöntemi uyguluyor? Ne zamandan beri? Daha önce farklı bir yöntem uygulandı mı?
Genital sistemin sağlığını değerlendiren diğer sorular
En son jinekolojik değerlendirme ne zaman yapıldı? Herhangi bir hastalık tanısı kondu mu? Ne tedavi uygulandı?
Akıntı, kasık ağrısı, ilişki esnasında ağrı, bel ağrısı, idrarla ilgili problemler, dışkılamayla ilgili problemler var mı?
Genel vücut sağlığıyla ilgili sorular
Daha önce tanısı konmuş bir hastalık var mı? (tansiyon yüksekliği, şeker hastalığı, kalp hastalığı, astım, ruh sağlığı sorunu gibi)
Daha önce geçirilen bir ameliyat var mı?(apandisit ameliyatı, bademciklerin alınması, safra kesesinin alınması gibi) Bu ameliyatlarda bir sorun yaşandı mı?
Sürekli kullanılan bir ilaç var mı? (Ağrı kesici gibi)
İlaçlara veya başka maddelere karşı allerji veya aşırı duyarlılık (yan etkiler dahil) var mı?
Diğer sorular
Uyku düzeni, beslenme düzeni nasıl?
Cinsel ilişkiyle ilgili sorun var mı?
Sigara, alkol ya da diğer bağımlılık yapıcı madde kullanma alışkanlığı var mı?
Jinekolojik muayene (pelvis değerlendirmesi)
Sorgulama sonrası doktor pelvik muayeneye geçer. Pelvik muayene mesane boşken yapılır. Siz jinekolojik muayene masasına yatarsınız ve muayene masasının özelliğine göre bacaklarınızı ya da ayak tabanlarınızı masanın özel yerlerine yerleştirmeniz istenir. Hastanın bu şekilde durmasına tıp dilinde "litotomi pozisyonu" adı verilir. Muayenenin ağrısız olabilmesi ve genital sistem hakkında üst düzeyde bilgi edinilebilmesi için karnınızı gevşetmiş ve belinizi masaya tümüyle yaslamış olmanız gerekir. Bunun için gerekirse doktorunuz bir süre bekler. Bu gevşeme gerçekleştiğinde muayene tamamen ağrısız olacaktır.
Pelvik muayene şu şekilde seyreder
Doktorunuz ilk önce karnınızın alt kısmına bakarak burada olan ameliyat izlerini not eder. Daha sonra her iki elini kasık bölgelerine yerleştirerek burada lenf bezi büyümesi olup olmadığını araştırır. Dış genital sistemi (vulva) gözle inceler ve varsa patolojileri saptar. Daha sonra dış dudakları her iki elle aralayarak yukarıdan aşağı klitoris, uretra girişi, kızlık zarı ve artıklarınında varolan patolojileri ve varsa doğum esnasında oluşan hasarları not eder.
Daha sonra bakire değilseniz vajinal spekulum denen alet (metal ya da plastik olabilir) dikkatlice vajinaya yerleştirilir. Bu esnada doktor vajinayı tümüyle inceleme imkanı elde eder. Var olan akıntının niteliği not edilir. Daha sonra spekulum biraz daha derine itilerek rahimağzı gözlenir. Burada erozyon ("yara"), doğuma bağlı yırtık, varsa enfeksiyon belirtileri not edilir. Bu esnada papsmear fırçası rahimağzına yerleştirilerek birkaç kez döndürülür. Böylece rahimağzı içi ile rahimağzı-vajina birleşim yeri arasından hücre numunesi toplanır. Fırça dışarı çıkarılarak özel bir cam üzerine yayılır ve hemen özel bir sprey sıkılarak işleme tabi tutulur. Papsmear için örnek alınması işlemi doktordan doktora değişmek üzere çeşitli yapılarda çubuklar kullanılarak gerçekleşir. Bu işlem her zaman ağrısızdır. Bazı durumlarda numune alınması sonrasında birkaç damla kanamanız olabilir. Doktorunuz aksini söylemediği sürece bu tamamen normal kabul edilir. Pelvik muayene esnasında eğer kanama yoksa papsmear rutin olarak, hiç bir patoloji saptanmasa bile alınır. Muayene esnasında gerekli bazı durumlarda vajinal kültür için numune de alınabilir. Vajinal kültür, ucu pamuklu bir çubuğun vajinanın çeşitli bölgelerine ve rahimağzına değdirilerek bu bölgeden numune alınması işlemidir. Daha sonra spekulum bulunduğu yerden yavaşça çıkarılır. Çıkarma esnasında mesane sarkması (sistosel) veya rektosel (kalınbağırsak sarkması (rektosel) gibi doğumlara bağlı olarak gelişmiş sarkmalar varsa not edilir.
Pelvik muayenenin son aşaması elle yapılan muayenedir
Doktor bir elinin işaret ve orta parmağını vajinaya yerleştirir, diğer elini de karın alt kısmına bastırır. Bu incelemede ilk önce iki el arasında kalan rahimin büyüklüğü, kıvamı, varolan rahime ait kitleler ve rahimin duruş şekli (öne dönük, ters) not edilir. Doktor bu aşamada rahimağzını ileri geri ve yanlara doğru hareket ettirir ve bu hareketin ağrıya yol açıp açmadığını değerlendirir (Bu esnada az miktarda ağrı duyulması normal kabu edilebilirken aşırı ağrı duyulması enfeksiyon ya da dış gebelik habercisi olabilir). Daha sonra doktor sol elini mesane üzerine yerleştirerek bastırma esnasında ağrı olup olmadığını kontrol eder (ağrı olması sistit belirtisi olabilir). Takiben doktor sağ elini ilk önce vajinanın yan duvarına doğru getirerek sağ yumurtalık ve çevresindeki yumuşak dokular hakkında bilgi edinir. Burada muayene esnasında bölgede kitle olup olmadığı kontrol edilir. Bölgede bastırmakla aşırı ağrı olması enfeksiyon habercisi olabilir. Aynı işlem sol yumurtalık bölgesinde de tekrarlanır ve pelvik muayene tamamlanmış olur.
Bazı durumlarda elle muayene işleminde doktor bir parmağını vajinaya diğer parmağını rektum bölgesine yerleştirerek değerlendirme yapar. Rektovajinal değerlendirme adı verilen bu muayene ciddi enfeksiyon veya kanser şüphesinde uygulanan bir incelemedir. Bazı doktorlar ise bu incelemeyi rutin olarak yaparlar.
Bakirelerde muayene
Bakire olan bir kadın jinekolojik muayeneye daha da çekinerek gelir. Hatta bazı kadınlar önceden doktoru ya direkt arayarak, ya da doktora muayene olmuş kişilerden bilgi toplayarak bu doktorun muayene yerine ultrasonografiyle değerlendirme yapıp yapmadığını araştırırlar. Unutmayın: Ultrasonografi bir görüntüleme yöntemidir ve asla elle muayenenin yerini tam olarak tutamaz. Elle muayenede muayene edilen bölgenin ağrıya duyarlı olup olmadığı, kitle varlığı durumunda kitlenin kıvamı ve diğer bazı nitelikleri ultrasonografi incelemesiyle anlaşılamaz.
Bakire bir kadının muayenesinde spekulum muayenesine kadarki aşamalar aynıdır. Spekulum muayenesi aşaması atlanır. Rektal (makattan) çift elle muayene amacıyla sağ işaret parmağı vazelinle kayganlaştırıldıktan sonra rektuma yerleştirilir ve sol el de karın alt kısmına yerleştirilir. Vajinal muayenedeki bilgilerin tümü bu muayenede elde edilir. Bu muayene hafif rahatsızlık verici olmasına karşın çok önemli bilgiler vermesi nedeniyle yapılmasında fayda vardır.

Dr. Kağan Kocatepe http://www.jinekoloji.net/

18 Ocak 2008 Cuma

Skolyoz


Omurgaya önden ya da arkadan bakıldığında görülen eğilmelere skolyoz adı verilir. Normalde vücut yapımızda bu yönde bir eğriliğimiz yoktur. Yandan baktığımızda ise normal eğriliklerimiz görülebilmektedir. Örneğin sırtımızda hafif bir kamburluk (kifoz) ve belimizde de hafif bir çukurluk (lordoz) bulunmaktadır.

Skolyoz’un oluşum spesifik bir oluşum nedeni var mıdır? Nedenleri nelerdir?
Skolyoz çok çeşitli nedenlerle ortaya çıkabiliyor. Mesela spastik çocuklarda ya da çocukluk çağında felç geçirenlerde görülüyor. Ancak sıklıkla karşılaştığımız skolyozlar, daha çok 10’lu yaşlarda ortaya çıkan ve nedeni tam olarak halen bilinmeyen (idiyopatik) grupta görülen skolyozlar ile anne karnındaki etmenler nedeniyle ortaya çıkan ve doğuştan itibaren bulgu veren doğumsal (konjenital) skolyozlardır. Birincinin nedenini tam olarak bilmiyoruz. Konjenital skolyoza ise gebelik sırasında geçirilen enfeksiyonlar, şeker hastalığı, bazı vitamin eksikliklerinin neden olduğu düşünülmektedir.

Skolyoz’un özellikle görüldüğü belli yaş aralıkları söz konusu mudur?
En sık görülen skolyoz, nedeni bilinmeyen (idiyopatik) tiptir. Erken çocuklukta başlayan tipleri varsa da en tipik başlama ve görülme yaşı ergenlik öncesi yıllardır.

Kaç farklı tip skolyoz vardır?
Eğer tüm sınıflandırmadan bahsedersek neredeyse 20 tipe kadar çıkabiliriz. En sık görülenleri idiyopatik, doğumsal (konjenital), ve çeşitli sinir ve kas hastalıklarına eşlik eden (paralitik) skolyoz tipleridir. İdiyopatik skolyoz dışındaki tipler ile günlük hayatta karşılaşma olasılığı düşüktür.

Skolyoz daha çok kadınlarda mı erkeklerde mi görülür?
Bu konuda yapılmış istatiksel bir bulgu var mıdır elinizde? Aslında, kız ve erkeklerde görülme sıklığı eşit (Yaklaşık %1). Ancak en sık görülen tip olan idiyopatik skolyoz kızlarda çok daha yüksek bir oranda klinik olarak bulgu verecek büyüklüğe erişmektedir.

Çocuklarda görülen skolyoz hangi tip skolyozdur?
Çocuklarda en sık görülen skolyoz idiyopatik tip skolyozdur.

Skolyoz’un belirtileri nelerdir? Kendini nasıl ele verir?
Aileler genellikle çocuklarında bir duruş bozukluğu olduğunu fark ediyorlar ama bunun adını koyamıyorlar. Duruş bozukluğu bir omuzun yüksekliği ya da bel girintilerinde asimetri şeklinde görülebilir. Ancak durum, sırtta hafif kamburluk belirince yani oldukça ileri bir dönemde, aile tarafından bir omurga sorunu olarak algılanıyor. Peki çocukta meydana gelmekte olan deformasyonu erken dönemde nasıl tanıyabiliriz? Bunun için kolay ve güvenilir bir test yapılabilir. Çocuğumuza kollarını da aşağıya sarkıtarak öne eğilmesini söyleyelim, eğildiği zaman baş tarafından yada kalçalar tarafından sırtına bakalım. Eğer sırt simetrik ise skolyoz olması ihtimali çok düşüktür. Eğer sağ ve sol arasında birkaç milimetreden fazla fark varsa, o zaman skolyozdan şüphelenip mutlaka Bir doktora başvurmak gerekir.

Anne babalar çocuklarında skolyoz olup olmadığını nasıl anlayabilirler? Nelere dikkat etmeliler?
Bu yaştaki çocuklar ne yazık ki vücutlarını özellikle ailelerinden saklıyorlar, bu nedenle özellikle tutucu ailelerde skolyoz çok geç fark ediliyor. Biraz önce anlattığım test oldukça güvenilir sonuçlar veriyor. Ergenlik öncesi çocuklarda, ergenliğin sonuna dek 6 ayda bir tekrarlanarak yapılabilir.

Skolyoz hastası olan bir çocuğun günlük yaşamı nasıl etkilenir? Çocuk ne gibi sıkıntılarla karşı karşıyadır?
Erken dönemlerde, ya da skolyoz eğer ilerlemeden belli bir büyüklükte kalır ise, hayatı hiç etkilemiyor. Zaten çocuklar eğrildiklerini hissetmedikleri için tanı bazen çok geç konulabiliyor. Belli bir dereceden sonra çocuk ve aile görüntü bozukluğunu fark ediyor. Eğer bu ciddi boyutlara varmış ise çocukta bir sakatlık hissi oluşturabiliyor. Ancak çok ileri skolyozlarda, oldukça nadir olarak, göğüs kafesinin daralması nedeniyle kalp ve akciğer sorunları ortaya çıkabiliyor.

Çocuklarda görülen skolyozda kaç derecelik eğim oluşmuşsa tehlikeli boyuttadır? Tehlikeleri nelerdir?
Skolyoz eğriliğinin bir ölçümü var ve bu ölçüm sonucunda eğriliğe dereceler veriliyor. 10 dereceden itibaren skolyozun varlığından bahsediliyor, üst sınırı yok, 120-130 dereceye kadar gidebilir. İki tehlike var; birincisi, skolyozun teşhis edildikten sonra ilerlemesi, ikincisi de kalp ve akciğer sorunlarına neden olması. İkincisi için 90-100 dereceyi geçmesi gerekli ki bu oldukça nadir görülen bir durumdur. İlerleme ise gerçek bir tehlike oluşturmaktadır. Buna yol açan ana neden, çocuğun büyümesinin devam etmesidir. Kural olarak skolyoz var ise, çocuk büyüdükçe artmaya devam edecektir.

Çocukta skolyoz olduğunun anlaşılmasından itibaren ne tür müdahaleler yapılır? Cerrahi müdahele gerekmeksizin tedavi mümkün müdür?
Hangi aşamada cerrahi müdaheleye başvurulur?
Tedavi skolyozun tespit edildiği andaki derecesine ve çocuğun o dönemden sonraki olası büyüme miktarına göre değişir. Ana amaç çocuğun gereksiz bir cerrahi müdahale ile karşılaşmamasıdır. Bu çok ayrıntılı ve farklı doktorlar tarafından farklı anlatılabilecek bir konu ama kısaca kendi uygulamamı anlatırsam; büyümesi tamamlanmış çocuklarda (2 yıldır adet gören), sırtta 50 derece, belde 35 dereceyi aşmadıkça cerrahi müdahaleye gerek yoktur. Çünkü bu durumda skolyozun ciddi bir ilerleme şansı yoktur ve hayatı çok etkilememektedir. Büyümesi devam eden çocuklarda ise her ne kadar genel uygulama 20 dereceyi aşan skolyozda korse tedavisiyse de, ben korse kullanmanın gerçekten çok yararlı olduğundan emin değilim. Bu nedenle kendi hastalarımı kullanıp kullanmama konusunda bilgilendirip serbest bırakıyorum. Halen büyüyen çocukta 40 dereceyi aşan skolyozda, erişkin vücudunu kazanmış hastalarda ise biraz önce belirttiğim sırt ve bel derecelerini aşınca cerrahi müdahale öneriyorum.

Günümüzde skolyoz cerrahisinde hangi teknik ve yöntemler uygulanmaktadır? Bu konuda dünya ile karşılaştırıldığında Türkiye nerededir?
Bu konudaki teknolojiyi biz geliştirmiyoruz ama çok yakından izliyoruz. Doğal olarak bu konuda da dünyada çeşitli akımlar geliyor, yükseliyor, bir kısımından zamanla vazgeçiliyor. Şu andaki en etkili olduğu düşünülen uygulama sırttan omurlara vidalar yerleştirilip bunların bir çift çubuk ile birbirilerine bağlanmasından oluşuyor. Bu uygulama Türkiye’nin iyi omurga merkezlerinde yapılabiliyor.

Cerrahi müdahale sonrası skolyoz eğrisinin düzelmesi yüzde kaç ihtimaldir?
Tamamen düzelir ve çocuk günlük aktivitelerini normal olarak yerine getirebilir diyebilir miyiz? Şu anda iyi ellerde derece olarak düzelme oranı %70 ila %80 civarındadır. Bu röntgende bakıldığında küçük bir skolyozun olması, ancak çocuğa dışarıdan bakıldığında normal görünmesi anlamına gelir.

Cerrahi müdahale sonrası hasta ne kadar zamanda iyileşerek ayağa kalkabilir?
Hasta ilk gün yatağından ayağa kaldırılır. İkinci ya da üçüncü gün tuvalete gidebilecek hale gelir. Genellikle üçüncü gün, kendi kendine yürüyüp tuvalete gider hale gelince taburcu edilir. Birinci aydan itibaren, biraz korunarak, okula devam etmelerine izin veriyorum. Üçüncü ayda yüzme, altıncı ayda koşma, ilk yıldan sonra her türlü spor serbest bırakılır.

Ameliyat sonrasında hastanın özellikle dikkat etmesi gereken durumlar nelerdir?
Ameliyat sonrası erken dönemde hastaların çok ağrıları oluyor. Ancak zamanla geçiyor. Biraz önce bahsettiklerim dışında özellikle dikkat gerektiren bir şey yok. Çocuklar zaten ağrıları nedeniyle kendilerini koruyorlar.

Çocukta skolyoz oluşumunun doğum ile ilgisi var mıdır? Doğum anı veya hamilelik süresinde yaşanan bir problem çocukta skolyoz’a neden olabilir mi?
Genel olarak bahsettiğimiz idiyopatik tip skolyozun doğumla bir ilgisi yoktur. Gebelikte yaşanan sorunlar, doğumsal (konjenital) skolyoza neden olabiliyor. Konjenital skolyoz, idiyopatikten daha ciddi bir sorundur. Çoğunlukla ameliyatsız tedavi edilememektedir.

Skolyoz, Türkiye’deki çocuklarda diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında hangi oranda görülür?
Bildiğim kadarıyla Türkiye’deki sıklığı konusunda bir istatistik yok, bu durumda aynı oranda demek durumundayız.

Spor ve egzersizin skolyoz üzerindeki etkisi nedir? Egzersiz yapmak sonradan oluşabilecek skolyoz’u önlemede etkili midir? Ya da skolyozlu bir hastanın egzersiz yapması faydalı mıdır? Ameliyat sonrası hasta egzersiz yapmalı mıdır?
Bu sorunun iki parçası var aslında. Sıklıkla skolyoz tanısı alan hastalara hemen bir egzersiz programı önerilir. Ancak egzersizlerin hastalığın ilerlemesini yavaşlattığına ilişkin en ufak bir objektif delil bulunmamaktadır. Bu durum, skolyozlu çocuklar spor yapmamalıdır anlamına gelmiyor. Spor yapan skolyoz hastaları kendi bedenlerini daha iyi algılıyorlar ve özellikle cerrahi operasyon geçirecekler ise cerrahi müdahale sonrasında çok daha kolay normal hayata dönebiliyorlar. Cerrahi müdahale sonrasında zaten spora yapmalarını teşvik ediyoruz. Elbette bu egzersizler belli bir program dahilinde verilmektedir.

Prof. Dr. Emre Acaroğlu, Hacettepe Üniv. Tıp Fak. Ortopedi ve Travmatoloji AD.

Zaman Yönetimi


Zaman aslında herkes için sabittir, diğer bir deyişle herkes için günde 24, haftada 168 saat vardır. Ancak benzer koşullarda yaşayan ve çalışanların üretimleri bireysel yeteneklerden de kaynaklanan farklılıklar gösterir. Bu farkı yaratan etkenlerden biri de zamanın nasıl kullanıldığıdır. Zaman yönetimi, zamanı akılcı kullanarak daha verimli sonuçlar elde edilmesini sağlar. Günümüz koşullarında gündelik yaşamın gereklerini yerine getirmek zamana karşı gerçekleştirilen bir uğraş halini almıştır. Bu yüzden zamanı iyi değerlendirmeyi öğrenmek herkes için stresi azaltacak, yararlı bir beceridir.

Zaman yönetimi için yapılması gereken ilk şey zamanın nasıl geçirildiğini belirlemektir. Herkesin yaşamında sabit olan uyku, yemek yemek, kişisel temizlik ve bakım, ulaşım gibi zorunlu işler için harcanan zaman çıkarıldıktan sonra kalan süre için planlama yapılabilir. Plan yaparken dürüst ve gerçekçi olmalı, görevlerin yanı sıra sosyal aktiviteler ve egzersiz için de zaman ayırmalıdır. Uzun ve kısa vadeli hedef ve öncelikleri belirlemek, hedefler için eylem planı yapmak, bunları gerçekleştirmek için yapılacak işler listesi hazırlamak, mükemmelliyetçiliği bırakmak, öncelikleri belirleyebilmek, hayır diyebilmek, aynı zaman dilimine birkaç işi sıkıştırmak (örneğin işe ya da okula giderken veya bir şeyler beklerken kitap okumak, yemek hazırlarken ya da banyo yaparken önceden kaydedilmiş ders notlarını kasetten dinlemek gibi) bu konuda ana başlıklardır.

Televizyona veya alışverişe dalmak, telefonda sohbet etmek en önemli zaman çalıcılardandır. Habersiz gelen ziyaretçiler ve kazalar (bilgisayarınızın çökmesi ya da virüs bulaşması, elektriklerin kesilmesi, bitmiş ödevin üzerine çay dökülmesi, bir işi yapmak için gerekli malzemelerin tümüne sahip olunmadığının son anda fark edilmesi gibi) özellikle belli bir tarihte bitmiş olması gereken işlerin planlanmasında önceden hesaplanmazsa “zaman yönetimi felaketleri”ne dönüşebilir.
Bitmeyen sohbetleri kesmek, davetsiz misafirleri bertaraf etmek için kendinize uygun bir çözümü önceden hazır tutun. Süreli işlerinizi bitirmek için vakti hesaplarken son günleri, saatleri ve saniyeleri hesap dışı bırakın. Gerekiyorsa size zamanı hatırlatmak için çalar saat kullanın ve bir iş için ayırdığınız zamanda gerçekten o işi yapmakta olduğunuzdan emin olun.

Bilkent Üniversitesi

Cinsel Bölgenin Temizliği


Ergenlik dönemiyle birlikte kızlar ve erkeklerde üreme organlarında bazı değişiklikler olmaya başlar. Erkeklerin üreme organlarında olan değişiklik büyüme ve gelişme tarzında olur. Ayrıca bu dönemde erkek üreme organlarının etrafında kıllanma başlamıştır. Önce kısa ve ince olan tüyler daha sonra kalınlaşmaya, sertleşmeye ve kıvrılmaya başlar. Erkeklerde cinsel organ etrafında olan kıllanmanın ardından koltuk altlarında, göğüste, yüzde bıyık ve sakal tarzında kıllanma da başlar. Kızlarda da dış üreme organlarında ve koltuk altlarında kıllanma başlar. Erkeklerdeki gibi önce kısa ve ince olan tüyler, daha sonra kalınlaşmaya, sertleşmeye ve kıvrılmaya başlarlar. Bu dönemden itibaren vücut temizliğinde banyo yapma dışında üreme organ temizliğine özel olarak önem vermek gerekmektedir. Kıllı deride ter bezleri çok daha fazla sayıdadır. Bu nedenle terleme ve terleme sonrasında koku çok daha rahatsız edici olabilir. Bunun yanı sıra terlemeden dolayı kirlenme ve cildimizde mikropların yerleşmesi çok daha kolay olmaktadır. Mikroorganizmaların bu bölgelere yerleşmesi ile kaşıntı, kızarıklık, şişme, ağrı ve o bölgede ısı artışı gibi iltihabın belirtileri görülmeye başlar.


1. Adet Döneminde Temizlik ve Bakım Nasıl Yapılmalıdır?
Kızlar yaklaşık on iki, on üç yaşlarına geldiklerinde, bir gün çamaşırlarında kan lekesi görürler. Genç kız bu kan lekesinin ne olduğunu bilmiyorsa korkabilir, endişelenerek telaşlanabilir. Bazen bilgisi olsa da utanabilir, çekinebilir. Hemen hemen bütün genç kızlar bu duygulardan bir kaçını beraber yaşarlar. Bu nedenle ergenlik belirtileri başlayan kız çocuklarına bu konuda önceden bilgi verilmelidir. Adet kanaması yaklaşık ayda bir defa vajinadan gelen bir kanamadır. Normalde 21-35 günde bir adet görme olabilir. Kanama süresi ise 3-7 gün arasında değişir. Adetin başlaması sırasında hafif bir karın ve kasık ağrısı, uyku hali, yorgunluk, halsizlik ve sinirlilik olabilir. İlk gün ağrı biraz daha fazla, kanama ise koyu renklidir. Daha sonra miktar giderek artar. Bir kaç gün içinde kanama azalır ve renginin açıldığı dikkat çeker.
Adet döneminde kadın üreme organlarından rahmin iç duvarını kaplayan ince doku atılmakta olup, bu doku mikropların çok sevdiği bir ortam özelliğini taşımaktadır. Bu nedenle ayakta ya da başkaları tarafından kullanılmayan temiz bir taburede oturarak yıkanma önerilir.

Eğer sık olarak banyo yapma olanağı yoksa, adet döneminde dış üreme organlarının özel olarak temizlenmesi gerekmektedir, çünkü adet sırasında rahimden gelen kan kullanılan pet ile dış üreme organları arasında birikmektedir. Dış üreme organları derisi üzerinde biriken bu kan artıkları yine mikropların yerleşmesi ve üremesi için oldukça uygun bir ortam oluşturmaktadır. Cilt üzerinde doğal olarak bulunan mikroorganizmalar vardır. Cilt temizliğine dikkat edilmediği zaman bu mikroplar cildimize zarar verecek şekilde üremeye başlar. Bunun yanı sıra bu bölgede idrar yolu çıkışı bulunmaktadır ve bağırsakların çıkışına da yakındır. Bağırsaklardan atılan dışkı içinde çok sayıda mikrop vardır, tuvalet sonrası temizlik, dışkının ön tarafa bulaşmasını önlemek için önden arkaya doğru yapılır. Aksi halde (arkadan öne doğru) mikroplar kolaylıkla bu bölgeye bulaşabilir. Dış üreme organlarına gelen bu mikroplar yalnızca burada yerleşmekle kalmaz, bu bölgeden içeriye doğru rahatlıkla giderek iç üreme organlarında ve idrar yollarında da iltihap oluşmasına neden olabilirler.

Adet döneminde dış üreme organlarının temizliğinin yanı sıra kullanılan pedlerin temizliğine de dikkat edilmesi gerekmektedir. Çamaşır içine konan kanı emmesi istenen malzemenin temiz olması gerekmektedir. Adet döneminde kullanılması için üretilen özel pedler bulunmaktadır. Pedler temiz olarak üretilmekte ve kullanım kolaylığı da bulunmaktadır. Külot içine yerleştirilen pette bulunan koruyucu tabaka emilen adet kanının çamaşıra geçmesini önlemektedir. Pedler bir defa kullanılmalı, kanama durumuna göre sık sık değiştirilmelidir (bir ped asla altı saatten uzun kullanılmamalıdır). Gece kullanımına veya kanamanın fazla olduğu durumlara yönelik özel pedler üretilmektedir. Pedlere mikrop bulaşmaması için kullanmadan önce açıkta taşınmamalı, özellikle dış üreme organlarına temas edecek yüzü asla kirletilmemelidir. Sadece taşıma değil, kullanım öncesi el temizliği de önemlidir. Ellerin önceden sabunlu su ile yıkanmış olması ve pedin dış üreme organlarına temas edecek yüzünün olabildiğince ellenmemesine gayret edilmelidir. Pedler kullanım sonrası küçük torbalara konmalı ya da önerildiği şekilde katlanarak çöp kutusuna atılmalıdır. Pedler suda erimeyen malzemeden olduğu için tuvalete atılmamalı ve kapatılmadan açıkta bırakılmamalıdır.

Ülkemizde adet döneminde bez kullanımı da oldukça yaygındır. Bezlerin kullanımında da uyulması gereken bazı kurallar vardır. Bezin adet dönemi için sıvı emici özelliği olan pamuklu kumaşlardan, kenarlarının bastırılarak özel olarak hazırlanması gerekmektedir. Adet kanı ile kirlenen bezin üzerindeki kanın yıkanması, çamaşır suyunda bekletilerek mikroorganizmalardan temizlenmesi, iyice durulanması, kuruduktan sonra da ütülenerek yine mikroorganizmaların yok edilmesi gerekmektedir. Ayrıca temiz bir şekilde saklanması ve taşınması da önem taşımaktadır. Bezlerin değiştirilme sıklığı da pedler gibidir, ancak bezin sıvıyı içinde tutup dışarıya vermeme özelliği olmadığı için çamaşırı kirletmesi daha kolay olabilir.

Bazı kişiler de adet döneminde pamuk kullanmaktadır. Pamuğun kolaylıkla ayrılabilme özelliği kullanım zorluğuna neden olabilir. Pamuk kullanımı özellikle isteniyorsa, o zaman pamuğun temiz bir gazlı bez ile sarılarak kullanılması yerinde olur. Değiştirme sıklığı, saklanması ve uygulanması sırasındaki öneriler bez ile aynıdır.

Ülkemizde tampon kullanımı da yaygınlaşmaya başlamıştır. Tampon vajina içine yerleştirilen ve vajinadan dışarıya doğru sarkan bir ipi olan, adet kanını emecek şekilde özel olarak hazırlanmış bir malzemedir. Üç değişik büyüklükte hazırlanmışlardır. Bu materyalin üretiminde pamuk kullanılmakta, ancak özel işlemlerden geçirilerek parçacıkların vajina içinde ayrılmaması sağlanmaktadır. Tampon temiz bir şekilde üretilmekte, kullanıma kadar üzeri kapalı kalmaktadır. Kullanım öncesinde yine ellerin mutlaka temiz olması gerekmektedir. Kullanım kılavuzunda anlatıldığı gibi, tampon üzerindeki ambalaj gösterilen yerden açılmalı, hiçbir yere konmadan hemen uygulanmalıdır. Uygulamayı kolaylaştırmak amacıyla bazı tamponlarda yardımcı bir araç bulunur. Tamponlar vajina içine doğrudan yerleştirildiği için uygulama sırasında temizliğe özellikle önem verilmelidir. Tamponun vajinada altı saatten fazla kalmamasına özen göstermek gerekir. Tamponun daha uzun süre kalması halinde vücutta bulunan mikropların, üzerinde üreyerek kana karışması “toksik şok” olarak bilinen istenmeyen bir duruma neden olabilir. İlk belirtileri ateş ve kan basıncının düşmesi olan, hastanede yatarak tedavi gerektiren toksik şok, ölüme neden olabilir.

2. Tuvalet Sonrası Beden Temizliği
Sağlıklı bir insanda idrar mikrop içermez, ancak dışkının her milimetre küpünde milyonlarca bakteri bulunur. Bunlar bağırsaklarımızdan atılmış olmasına rağmen, herhangi bir yolla tekrar vücudumuzun iç ortamına bulaştıklarında hastalığa neden olurlar. Bu nedenle özellikle dışkılama sonrası temizliğin özenle yapılması çok önemlidir. Dışkılama sonrası temizlik, daha önce de belirtildiği gibi idrar çıkışı açıklığına ve kadınlarda vajina girişine mikrop bulaştırmamak için mutlaka önden arkaya doğru yapılmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken diğer noktaysa, dışkılama sonrası temizlik yapılırken ellere mikrop bulaştırılmamasıdır. Dışkılama sonrası temizlikte doğrudan eller kullanıldığında kirlilik öyle artmaktadır ki etkili yıkama ile dahi eller tam olarak temizlenmemektedir. Bu nedenle dışkılama sonrasında ilk temizliğin, gözle görünür bir kirlilik kalmayıncaya kadar yinelenerek her seferinde kuru temiz tuvalet kağıdıyla, daha sonra yine el değdirilmeden fışkıran suyla ya da ıslatılmış kağıtla yapılması ve bölgenin tuvalet kağıdı ile kurulanarak temizliğin bitirilmesi en uygunudur. Bu işlem bittiğinde eller mutlaka aşağıda el temizliğinde anlatılan şekilde etkili bir biçimde yıkanmalıdır. Özellikle ellerde istenmeyen bir bulaşmanın olduğu durumlarda kullanılan musluk, sifon ya da kapı kolu ve benzeri bir yüzeye dokunmak gerekiyorsa, buralara doğrudan temas yerine tuvalet kağıdı kullanarak dokunmak, tuvalet kağıdının ruloda kalan bölümünü kirletmemek, hem daha sonra kendimizi hem de birlikte ortamı paylaştığımız insanları, dışkı ile bulaştırmamak açısından önemlidir.

Bilkent Üniversitesi

Yüz-Göz ve Kulak Temizliği


Her sabah yataktan kalkıldığında su ile yüzün yıkanması gerekmektedir. Gece uykudan önce, yüzün sabunla yıkanarak temizlenmesi yüz derisi üzerindeki günün kirini arındırır. Cildin doğal kimyasal yapısına uygun sabunlar yüz temizliği için tercih edilmelidir.

Çoğu zaman görme keskinliğinin kaybedildiği farkedilmeyebilir. Bu nedenle düzenli aralıklarla göz muayenesi yaptırılmalıdır. Görme bozukluğu olanların gözlük yerine kontakt lens kullanması oldukça yaygındır. Bazı kişiler sadece göz rengini değiştirmek için estetik amaçlı kontakt lens kullanırlar. Kontakt lens kullanımında temizlik çok büyük önem taşımaktadır. Bu temizliğe ilk gün nasıl uyuluyorsa kontakt lens kullanıldığı sürece de aynı titizlikle uyulması gerekmektedir.

Bazen güzelliği daha belirgin hale getirmek için başta göz çevresi ve kirpikler olmak üzere makyaj amacıyla yüze sürülen çeşitli maddeler kullanmaktadır. Öncelikle bu maddelerin kaliteli olması çok önemlidir. Buna rağmen göz çevresinde ve yüzde mikrobik ya da allerjik sorunlarla karşılaşılabilir. Makyaj yapılıyorsa her akşam yatmadan önce muhakkak göz çevresinde ve yüzde kullanılan makyaj artıkları uygun krem ve solüsyonlar kullanılarak ya da su ve sabunla temizlenmelidir. Makyaj temizliğinde kullanılan malzemelerin niteliği de en az makyaj malzemeleri kadar önemlidir. Bu tür malzemeler yeterince kaliteli olmadığında cildin yıpranmasına, sivilce ve siyah noktaların oluşmasına hatta lekelenmelere yol açabilir.

Kulak temizliğinde kulak arkasının temizliği unutulmamalıdır. Kulak içine herhangi bir cisim sokulmamalıdır. Dış kulak yolunun zedelenmesi tehlikeli iltihaplanmalara neden olabilir.

Kulağa küpe takarken bunun kulakta allerji yapabileceği bilinmelidir. Bu nedenle kullanılacak küpelerin allerji yapma özelliği çok az olan altın ya da gümüşten yapılanları tercih edilmelidir.

Klipsi olmayan küpe kullananlar kulak memesinde delik açtırmaktadırlar. Bu deliği açarken kullanılan delici aracın ve peşi sıra takılan ip ya da halkanın mutlaka mikropsuz olması gerekir. Aksi takdirde kulak memesinde çok tehlikeli durumlara yol açabilecek iltihaplanmalar görülebilir. Ayrıca kulak memesine delik açılırken tek kullanımlık aletler kullanılmadığı taktirde bugün için çok yaygın hale gelmiş kan yolu ile bulaşabilen sarılık (hepatit B), AIDS (HIV) gibi, mikropların yol açtığı hastalıklara yakalanma tehlikesi vardır. Doğal olarak bu riskler kulak gibi vücudun başka yerlerine de takılan cildi delici takıların ve işlemlerin (dövme gibi) tümü için geçerlidir.

Alzheimer


Alzheimer ilk kez Alman bir psikiyatrist olan Dr Alois Alzheimer tarafından 1906 yılında, ölümünden sonra bir kadın hastanın beyninde bulunan anormal topaklar ve yumaklar şeklinde tanımlandı.

Alzheimer hastalığı bellek, dil ve mantıklı düşünme de dahil olmak üzere bütün zihinsel yetilerde ilerleyici kötülemeye, gündelik etkinlikleri ve davranışları yerine getirme yetisinde değişikliklerin eşlik ettiği bir hastalıktır.

30’lu yaşlarının sonlarında Alzheimer hastalığına tutulduğu bildirilen bireyler olmakla birlikte, hastalık genellikle 60 yaşından sonra ortaya çıkar. Araştırmalar beyindeki özgül bazı sinir hücrelerinin dejenere olduğunu ve beynin sözcük anlamında büzüştüğünü göstermiştir. Beynin tutulan alanlarına ait işlevler kademe kademe kötüler, ve bellekte (özellikle kısa süreli bellek), yoğunlaşmada, yönelimde, soyut düşünmede bozuklukların yanı sıra kişilik değişiklikleri ortaya çıkar ve önünde sonunda yıkanma ve giyinme gibi gündelik etkinlikleri yerine getirme yetisi kaybolur.

Alzheimer hastalığının geniş biçimde tanımlanmış üç evresi vardır, ancak hastalar arasında büyük farklılıklar görülebilir. Alzheimer hastalığı olan kişilerde zaman içinde beyin işlevlerinde ilerleyici düşme gözlenir ve tanıdan sonra ortalama yaşam beklentisi 7-10 yıldır.

Belirtiler:
Davranışsal belirtiler
Demanslı hastalarda en sık görülen davranışsal değişiklikler apati ve atıllıktır (hiçbir şey yapma isteği duymama). Alzheimer hastalığının bir evresinde, genellikle de hastalık ilerlediğinde, amaçsız gezinme ve saldırganlık gibi sorunlar ortaya çıkar. Volta atma ve karıştırma (sözgelimi, Alzheimer hastalığı olan kadınlar sürekli çantalarını karıştırıp durabilirler) gibi amaçsız davranışlar Alzheimer hastalığı için karakteristiktir.

Depresyon Depresyon semptomları
Alzheimer hastalığında yaygındır, hastaların yaklaşık %40-50’sinde bunların varlığı bildirilmektedir. Hastalarda bilişsel bozulmanın daha az olduğu erken evrelerde daha sık ortaya çıkma eğilimindedirler ve hastalığına karşı bir miktar içgörüsü kalmış olan hastalarda daha sık olabilirler.

Ajitasyon
Saldırganlık, kavgacılık, bağırma, hiperaktivite ve disinhibisyon (normal toplumsal sınırların dışına taşan davranışlar) gibi bir dizi davranışsal bozukluğu kapsayan genel bir terimdir. Demanslı hastaların %50’ye varan bir oranında, özellikle de hastalığın orta ve ileri evrelerinde ajitasyon görülür.

Psikoz
Hastaların küçük bir oranında paranoya, sanrılar ve varsanılar ortaya çıkar. Bunlar hastalar ve bakımverenler açısından özellikle sıkıntı verici olabilir ve şiddete yol açabilir. Bir çalışmada, olası Alzheimer hastalığı tanısı konmuş hastaların neredeyse yarısında (%43.5) sanrılar bulunduğu gösterildi.

Alzheimer hastalığında en sık görülen sanrılar kötülük görme tipindedir (birinin kendi peşinde olduğuna ya da onu öldüreceğine inanmak).

Alzheimer hastalığında görülen beş tipik sanrı şunlardır:
• insanların bir şeyler çaldıkları
• o evin kendi evi olmadığı
• eşinin (veya bakımveren diğer bir kişinin) yerine başkasının geçmiş olduğu
• terk edilme
• sadakatsizlik

Varsanılar veya gerçekte olmayan şeyler görme veya işitme belirtileri Alzheimer hastalığı olanlarda sıktır ve daha sık olarak görseldir.

Uyku bozukluğu – uykuya dalma güçlüğü, sık uyanmalar, geceleri dolaşma ve diürnal ritmlerde değişiklikleri içerir. Uyku bozuklukları Alzheimer hastalığında yaygındır

16 Ocak 2008 Çarşamba

Bitki çayını ilaçla birlikte içmeyin!



Uzmanlar, vücut direncinin düştüğü kış aylarında kullanımı artan bitki çaylarının bilinçsiz tüketilmesi halinde sağlığa zarar verebileceğini vurguladı. Bitki çayları vücudu dinlendirici ve rahatlatıcı etkisinin yanı sıra bazı tıbbi ilaçlarla ters etkileşim yapabiliyor.

Kronik rahatsızlığı bulunan ve sürekli ilaç kullanan kişilerin, bitkisel çayları tüketirken doktora danışmaları gerekiyor. Bazı bitkisel çaylar kandaki pıhtılaşma mekanizmasını bozup, kanama riskini artırıyor. Bunun yanı sıra bitkinin toplandığı yer ve tazeliği de çok önemli. Bu nedenle bu çaylar, Sağlık Bakanlığı kontrolünde satılmalı ve poşetlerinde son kullanım tarihleri mutlaka bulunmalı.

Uzmanlar bitki çayı yerine; C vitamini, lifli besinler ve kuru meyveler tüketilmesini öneriyor.

FMF (Ailesel Akdeniz Ateşi)


FMF (Ailesel Akdeniz Ateşi) genellikle Akdeniz ülkeleri halklarında (daha çok Türk, Arab, İsrailli ve Ermenilerde) görülen, otozomal resesif geçişli genetik (kalıtımsal) bir hastalıktır. Birbirinden bağımsız iki ayrı klinik tablosu vardır:

1-Ani başlayan ve kısa süreli karın,göğüs veya eklemlerde ağrı ile birlikte ateş olması,

2-Genç yaşta bile böbrek yetmezliğine neden olabilen böbrek amiloidozu.

Belirtiler genç yaşta ortaya çıkar; hastalığın başlaması hastaların yarısında 10 yaşından öncedir.En son araştırmalara göre Pyrin geninin mutasyonunun FMF'e yol açtığı saptansa da hastalığın gerçek oluş nedeni hala bilinmemektedir.

FMF tanısı klinik bulgular, ailede bu hastalığın varlığı öyküsü, muayene ve (özellikle atak esnasında yapılan) laboratuvar incelemeleri ile konur. Ana-babadan alınan kan ile yapılacak genetik incelemenin tanı koymadaki değeri sınırlıdır ve pek bir önemi yoktur çünki hastaların % 80 'inde hastanın kendi geninde mutasyon (değişiklik) olmakta ve ana-babasından aldığı gen değişmektedir. Yine de bazı vakalarda genetik araştırma doğru sonuç verebilir ve tanı koymada faydalı olabilir.
Amiloidoz daha çok hiç tedavi görmemiş FMF hastalarında görülür.Bu durum idrarda protein çıkışının basit bir idrar tahliliyle saptanmasıyla hastalığın erken döneminde teşhis edilir.

Bu hastalığın tedavisinde Kolşisin kullanılır. Bu ilacın dozu günde 1-2 mg dır ve sürekli kullanılmalıdır. İlaç FMF için artışmasız yararlıdır; (sürekli kullanımı halinde) hastaların çoğunda atak oluşmasını ,hemen hemen tüm hastalarda da amiloidozun aşlamasını önler.
Ne var ki böbrek şikayeti olmayan hastalarda ve kolşisin kullanmaya başlamadan önce amiloidoz gelişmiş olan FMF'li hastalarda da amiloidoza rastlanılmaktadır.

Kolşisin'in atakların ve amiloidozun oluşumunu nasıl önlediği bilinmemektedir. Fakat şu gerçek bilinmektedir ki; kolşisin kullanmasına rağmen sık atak geçiren fakat amiloidozun duraklatıldığı hastalarda, ilacın FMF ataklarını önlemedeki etkisi ile (amiloidozda böbrekte anormal olarak biriken madde olan) amiloid yapımını durdurucu etkisi arasında hiçbir ilişki bulunmamaktadır. Kolşisin tedavisi FMF hastaları için en güvenli ve uygun seçenektir.

Primer infertilite (sebebi yapılan araştırmalara rağmen bulunamamış kısırlık), FMF'li kişilerde normal kişilere göre daha fazla görülür. Ayrıca FMF'li kadınların düşük yapma ihtimali normal kadınlara göre daha fazladır ; (amiloidoz ve ağır seviyedeki böbrek yetmezliğinin anne ve bebek için birçok tehlikeler oluşturması nedeniyle) amiloidozu olan FMF hastalarına gebe almamaları önerilir.

İlacı kullanan hastaların çocuklarında Kolşisin'in herhangi bir teratojenik etkisine rastlanmamasına rağmen, tüm FMF'li gebelerde (bebekte ilaçtan dolayı gelişebilecek herhangi bir sakatlığın vs tesbiti için) "amniosentez" yapılır. (Amniosentezde; özel bir yöntemle bebeğin beslenmesini sağlayan plasenta içindeki amnion sıvısından örnek alınarak bebekte gelişebilecek herhangi bir hastalık veya amnormal bir durumun varlığı araştırılır.) Ayrıca fetusda kromozom anomalisi olup olmadığının araştırılması için "karyotip analizi" yapılır.

15 Ocak 2008 Salı

Kadında cinsel ilişkinin gizli takvimi


ABD'de yapılan araştırmaya göre, en doğurgan dönemde kurulan cinsel ilişki sayısı yüzde 24 artıyor. Cinsel ilişkinin gizli bir takvimi var. Çocuk doğurmak istemeyen kadınlar bile en doğurgan oldukları altı gün içinde daha fazla cinsel ilişki kuruyor.

Kadınların en doğurgan oldukları dönemde, diğer zamanlara göre daha fazla cinsel ilişkiye girdiği belirlendi. Amerikan Çevre Sağlığı Bilimleri Enstitüsü'nün araştırmasında kadınların doğurgan oldukları dönemde, yüzde 24 oranında daha fazla ilişki kurduğu görüldü.
Araştırmayı yürüten Prof. Allen Wilcox ve ekibi 68 kadını üç ay boyunca izledi. 'Human Reproduction' adlı tıp dergisinde yayımlanan araştırmada, spiralle hamile kalmaktan korunan kadınlar üzerinde yoğunlaşıldı. Çocuk yapma isteği içinde olmadıkları açık olan bu kadınların bile, en doğurgan oldukları altı günde daha fazla cinsel birleşme yaşadığı ortaya çıktı.

'Bir kereden bir şey olmaz' diyenleri uyaran Profesör Wilcox, "Normalde bir kadın hangi gün hamilelik şansının en yüksek olduğunu tam bilemez. Ama araştırmamız, kadınların en çok bugünlerde cinsel ilişkiye meyilli olduğunu gösterdi. Ama bunun ardındaki biyolojik nedenler hakkında çok az şey biliyoruz" dedi.

Birinci ihtimal yumurtlama öncesindeki beş gün ve yumurtlamanın gerçekleştiği gün boyunca kadınların libidosunun da yükselmesi. Diğer ihtimal, kadınların bu hassas dönemde daha fazla feremon (karşı tarafta cinsel istek yaratan özel kokular) üretmesi ya da tüm bu tahminlerin aksine, daha sık cinsel ilişkiye girmenin yumurtlama sürecini de hızlandırması. Araştırmadan çıkan bir başka sonuç da, kadınların ortalama iki haftada iki kez, yani günde 0.29 kez cinsel ilişki kurması. En doğurgan altı gün boyunca ise bu oran günde 0.34'e yükseliyor.

Sertleşme sorunu hakkında bilinmesi gerekenler

Bunları Biliyor musunuz?

Sertleşme güçlüklerinin görülme oranı 40 yaşın üzerinde artmakla birlikte, sertleşme sorunlarını yaşlanmanın doğrudan bir sonucu olarak düşünmemek gerekir. Sertleşme sorunu görülme sıklığı ve şiddeti, yüksek kan basıncı ve şeker hastalığı gibi yaşa bağlı hastalıkların artması ile ilişkili olabilir.

Sertleşme sorunlarının oluşma riskini azaltmanın belki de en iyi yolu sağlıklı bir yaşam sürdürmektir. Sigara içmek, fazla yağlı gıdalar tüketmek ve aşırı alkol almak, sertleşme sorunlarının görülme olasılığını önemli ölçüde arttıran durumların ortaya çıkmasında rol oynayabilir. Bunlardan kaçınmak riski azaltmak açısından önemlidir.


Sertleşme sorunu ile ilgili endişelenmek durumu şiddetlendirebilir. Eşinizle sorunları açıkça konuşmanız bu endişeyi hafifletmeye yardımcı olabilir.

Sigara, şişmanlık, alkol alışkanlığı veya ilaç kullanımı, normal dolaşım ya da sinirsel işlevleri bozarak sertleşme sorunlarının oluşumuna katkıda bulunabilmektedir.

Türkiye’de 40 yaşın üzerindeki erkeklerin %69’u çeşitli derecelerde sertleşme sorunu yaşamaktadır.

http://www.androloji.org.tr/