
30 Mayıs 2008 Cuma
Alkol, belleği kemiriyor

Prof.Dr. İbrahim SARAÇOĞLU ile LAVANTA MUCİZESİ!

Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu, lavantanın hepatit B ve Hepatit
tedavisinde bir çare olduğunu öne sürerek, lavantadaki etkin maddelerin karaciğer kanserine yol açan Hepatit B ve C virüsünü baskı altına aldığını söylüyor. Prof. Saraçoğlu'na göre; lavanta Hepatit'i karaciğerden tamamen atamıyor, ancak yılda bir uygulanacak "lavanta kürü" ile hastalık baskı altında tutabiliyor.
Lavanta kürü uygulayanların karaciğer ölçümlerinde, kısa sürede belirgin bir iyileşme gözleniyor.
Lavanta, en az 14 tane sedatif (teskin edici, rahatlatıcı) özelliği olan etkin madde içeriyor.
Aroma terapide kullanılan birçok bitkiden biri olan lavantanın kullanım sebeplerinden biri budur.
Özellikle Hepatit B ve Hepatit C virüslerinin aktive olabilmelerine karşı, karaciğer metabolizmasının sağlıklı çalışmasını ve güçlü kalmasını sağlayabiliyor.
Böylece virüsler bastırılarık faaliyete geçmeleri önlenmiş olabiliyor. Lavanta kürü, bu virüslerin karaciğer dokusunda kansere veya siroza dönüşme riskine karşı da mükemmel bir önleyici rolünün olabileceği gerçeğini de ortaya koyuyor.Karaciğer metabolizmasının düzenli çalışmasında, lavanta çiçeklerinde bulunan 1.8 cineole, Delta3-carene ve herniarin ağırlıklı olarak etkili olurken, yaprakların içerdiği beta-pinene de karaciğer enfeksiyonuna karşı adeta doğal bir antibiyotik olarak görev yapmaktadır.
Aynı zamanda lavantanın yapraklarında bulunan bornyl-acetate etkin maddesi de antiviral olarak görev yapmaktadır.Lavantanın gerek çiçeklerinde gerekse de yapraklarında moleküler yapıları ve etkin özellikleri bakımından birbirlerinden tamamen farklı maddeler bulunmaktadır.
Bu amaçla kullanılacak lavantanın, 1 yıldan fazla beklememiş olmasına özen gösterilmelidir.
Aktarlardan alınacak lavantanın sadece çiçeklerinin değil, eşit oranda yapraklarının da bulunmasına özen gösterilmelidir. Lavanta yağı, daha etkili olur düşüncesi ile kesinlikle kullanılmamalıdır.
Sağlıklı olması için herşeyde olduğu gibi lavanta'nında taze olanını almakta fayda var diyor.
Mutfağımızdaki Sihirli Güçler
İçerdiği yağ asitleri ve vitaminler sayesinde bu koyu yeşil meyve, çok değerli besinler listesinde yer almaktadır. Dıştan kullanımda, bol miktarda içerdiği A Vitamini, hücrelerin yenilenmesini destekler, üstderide kepeklenmeyi nasırlaşmayı önler. B Vitamini kompleksi, hücre metabolizmasını çok olumlu etkiler. Avokadonun etken maddeleri, deriyi kurumaktan korur ve özellikle, duyarlı, kuru, yıpranmış ve yaşlanmış derileri iyileştirir ve güçlendirir.
-Çiçek balı:
Dünyanın bilinen en eski tatlandırıcısı albüminler, vitaminler, mineraller, mikro besin maddeleri, enzimler ve organik asitler içerir. Bu besleyici maddeler deriyi güçlendirir ve yumuşatır. Antibakteriyel ve iltihap giderici, deriyi gerginleştiricidir, esnekliği arttırır ve kan dolaşımını uyarır.
-Buğday kepeği:
Mineraller ve B Vitaminleri içerir. Cilde düzgünlük kazandırır ve kurumaktan korur.
-Yeşil çay:

Japonların ulusal içkisi olan yeşil çay, yalnızca içten değil, dıştan da kullanıldığında çok faydalıdır. Duyarlı ciltleri yatıştırır, olgunlaşma aşamasındaki deriyi besler ve vaktinden önce yaşlanmaktan korur.
-Çökelek/Ekşimik:
İltihaplı deriye karşı eskiden beri kullanılan çökelek, gerektiğinde biraz ılık sütle karıştırılarak krem kıvamına getirilir. Yağlı cilt bakımında kullanılır, altderinin(perminal katmanın) kan dolaşımını hızlandırır, ayrıca hafif güneş yanıklarında rahatlatıcıdır. Çıbanları(örneğin koltuk altında çıkan köpekmemesini) kısa sürede işletir ve temizler.
-Elma sirkesi:
Bu çok yönlü ilaç, deriyi güçlendirir ve derinin asidik koruma örtüsünü güçlendirir. Çok zengin vitaminler ve mikro besin maddeleri içerir. Kuru ve çatlak cilt kadar, yağlı ve sivilceli cildin bakımında da başarılıdır. Saçlara yumuşaklık ve parlaklık kazandırır.
-Havuç:
İçerdiği karoten(Provitamin A) ve lesitin, deri sertliklerini normalleştirir, deriye sağlıklı bir görünüm ve renk kazandırır.
-Hıyar(Salatalık):
Deri için klasik bir nemlendirici olarak bilinen hıyar, yağdan arındırıcı etkiye de sahiptir ve bu nedenle yağlı ciltler için hazırlanan maskelere ve kompreslere de girer.
-Limon:
Doğal kozmetikte çok önemli yeri vardır. Mikrop kırıcı, sıkıştırıcı/büzüştürücü/gerdirici özelliği vardır ve deriyi yağdan arındırır.
-Süt:
Yağlı cilt bakımında ve nemlendirici olarak idealdir. Çok değerli maddeleri cilt tarafından hızla emilir. Üstderiye esneklik kazandırır, derinin asidik koruma örtüsünü güçlendirir, kan dolaşımını uyarır ve pürüzlü deriyi düzgünleştirir.

-Yoğurt:
İçerdiği bakteri kültürleri sayesinde, üstderi bakteri florasının yeniden yapılanabilmesine yardımcı olur. İçerdiği süt asidi ise cildin erken kırışmasını önler, ona yumuşaklık ve esneklik kazandırır.
-Yulaf:
B grubu öncelikli olmak üzere, vitaminler, mineraller ve değerli yağlar içerir. Öğütülmüş yulaf deriyi düzgünleştirir ve özellikle bu amaçla hazırlanan yüz maskelerinde başarıyla kullanılabilir.

-Yumurta sarısı:
Lesitin ve kolesterol açısından çok zengin olduğu için, cilt maskeleri ve kompresler hazırlanırken emulgatör olarak (örneğin yağ ile suyun bir süre için birbirine karışmasını sağlamakta) kullanılır. Cildi rahatlatır ve düzgünleştirir.
Ergenlik Sivilcelerinden Kurtulmak İçin
Birkaç tane narın kabuklarını biraz sirkenin içine atıp kaynatın. Elde ettiğiniz karışıma gül suyu ilave edip, bu sıvıya batırdığınız temiz bir pamukla temizlenmiş ciltteki sivilceli bölgeye kompres yapın.
Bir avuç gül yaprağı, bir avuç şahtere otu ve bir avuç papatyayı sirkeli suda kaynatın. Daha sonra süzün ve elde ettiğiniz posaya dövülmüş nar kabuğu ve krem kıvamına gelecek kadar badem yağı katarak iyice yoğurup sivilceli bölgeye sürün.
Bir avuç şahtere otunu kaynar suda yarım saat bekletin. Daha sonra temiz bir tülbentten geçirerek süzün. Elde ettiğiniz sıvıya 10-15 damla badem yağı ilave ederek iyice karıştırın. Hazırladığınız karışıma batırdığınız temiz bir pamukla sivilceli bölgeye kompres yapın.
www.saglikguzellikrehberi.com
Not: Maskeleri cildinize uygulamadan önce mutlaka el bileğinizin iç kısmına sürerek alerjik reaksiyona karşı deneyin.
Çay ve kahve meme kanseri riskini artırmıyor
ABD'nin Boston kentindeki Harvard Halk Sağlığı Okulu doktorlarından Davaasambuu Ganmaa, kadınlar üzerinde 22 yıl süren araştırmada, kafeinli veya kafeinsiz kahve ve çay tüketimiyle meme kanseri arasında bağlantı olmadığı sonucuna ulaştıklarını söyledi.
Ganmaa, aşırıya kaçılmadığı taktirde çay ve kahve tüketiminin herhangi bir zararı olmayacağını kaydetti.
Araştırmaya yaşları 30 ile 55 arasında değişen 85 bin 987 kadının dahil edildiği belirtildi.
28 Mayıs 2008 Çarşamba
Yenidoğan Sarılığı

Sonuçta, bebeğin cildi ve göz aklarındaki sarı renk anne babanın dikkatini çeker. Sarılık, genellikle 2-3. günlerde yüzden başlar, giderek vücudun aşağı kısımlarına yayılır. Sarılığın ilk günde başlaması normal değildir, altta başka bir hastalık olabileceğine işaret eder. Yenidoğan sarılığı, bulaşıcı bir hastalık değildir.
Doktora başvurduğunuzda, bir kan testi isteyerek bilirubin düzeyine bakacaktır. Sonuca göre, ya bebeği izleme alacak,ya belli bir dalga boyunda UV ışını alması için hastaneye yatıracak ( bu işleme fototerapi diyoruz ), ya da nadiren eğer değer çok yüksekse kan değişimi gerekecektir. Genellikle sarılık 7-10 günde kaybolur. Zor doğumlarda veya prematüre bebeklerde sarılık daha şiddteli olup daha uzun sürebilir. Bebeği sık sık emzirirseniz, barsakları daha sık çalışacak, bilirubin düzeyi daha kolay düşecektir.
Toksik düzeylerde bilirubin, bebeğin beynine zarar verebilir, işitme kaybına yol açabilir. Bu nedenle, zaman geçirmeden doktora başvurup uygun tedavinin başlanması önemlidir.
18 Mayıs 2008 Pazar
Yenilenen en yaşlı hücremiz 15 yaşında

Vücudun doğumdan ölene kadar sürekli yenilendiği, vücuttaki en yaşlı hücrenin 15 yaşında olduğu bildirildi.
İsveçli bilim adamları, arkeoloji ve paleontolojide kullanılan karbon 14 yönteminden yola çıkarak bazı dokuların "hayat sürelerini" araştırdı.
Bazı hücrelerin DNA'sında bulunan karbon 14 düzeyini ölçen ve insan vücudundaki hücrelerin çoğunun 10 yaşından küçük olduğunu gören araştırmacılar, hücrelerin en yaşlısının 15 yaşındaki, en yavaş kendini yenileyen, bağırsak çeperindeki ve kaburga kemiğinin üzerindeki kas hücreleri olduğunu belirtti.
Araştırma, bölünerek çoğalamayan ve kendini yenileyemeyen tek hücre olan nöronlarının (sinir hücresi) kişiyle aynı yaşta olduğu iddiasını da doğruladı.
Ancak hücreler yenilense de bunun yaşlanma sürecini engellememesinin nedeni halen sır. Bazı bilim adamları, hücrelerin belli sayıda bölünebilmeye programladığı görüşünü savunuyor.
İsveçli başka bir ekibin yakın zamanda yaptığı araştırma, obezitenin ve rejimden sonra aynı kilonun korunmasında zorlanmanın nedeninin hücre yenilenmesinden kaynaklanabileceğini göstermişti.